Havalar bir iyi bir kötü İstanbul'da. O yüzden Azmi hala açmadı Çiçek Bar'ın yazlık bölümünü. Yani padişah çadırı gibi bahçeyi sarmalayan o, naylonu muşambası bol kısmı kabuk gibi soyup atmadı. O zaman içeride oturmak en iyisi deyip köşe masaya çömüyorum.
Biriktik
Az sonra aktör-spiker-şair-gazeteci-çiftçi sıfatlarını aynı hayata sıkıştırmış olan adam; Nevzat Şenol geliyor. İkimizi yan yana görünce yönetmen Ünal Küpeli de katılıyor aramıza. Oradan buradan muhabbet sürerken Nebil Özgentürk ve Metin Uca birikiyor masamızda.
Rol icabı
Sohbet firarı dedikleri bu olsa gerek, akıllara yelpaze bir repertuarla, dolu dizgin konuşuyoruz çünkü.
En matrak hatırayı, bir
Yılmaz Güney filmi üzerine Nevzat Abi naklediyor. Parayı basan Nazmi Özer'miş o filme. Yılmaz Güney rol icabı siyahlar giyen ve bembeyaz küheylanıyla oraya buraya seğirtip köylüleri ağa zulmünden koruyan yerli malı Zorro taklidindeymiş. Ta Beykoz çayırlarında kurulu bir çiftlikten kiralanmış o beyaz at.
Ağlamaklı haller
Film bitince götürüp teslim edilmiş sahibine. Sonrasını şöyle anlatıyor Nevzat Abi.
"Bir gün Bilezikçi çiftliğinde bir başka filmin ilk sahnesi için toplandık. Akşam üstü olduğundan yavaş yavaş rakının dibine vurmaya da başladık. Yılmaz Güney yine var ve yine Nazmi Özer yapımcı. Derken az önce bahsettiğim filmin yönetmeni ağlamaklı bir suratla geldi çiftliğe. Nazmi Özer'e titreyen bir sesle fısldadı; "Ağabey. filmi bağladım ama 63 dakika geldi. En az 25 dakika eksiğimiz var."
Haydi Beykoz
Herkesi bir telaş aldı. Set bozulmuş, ekip dağılmış, mekanlar, dekorlar savrulmuş gitmiş ne yapılır ki şu saatten sonra. Baktık en fazla telaşlanması gereken Nazmi abi gülümsüyor. Biz şaşkın şakın onun bu haline bakarken beni yanına çağırdı ve rejisörle beraber Beykoz'a gitmemi istedi. Gidip o beyaz atı alın getirin bu çiftliğe yarın sabah dedi. Çaresiz yaptık söyleneni. Ayıp olmasın diye bir de arabaya koşup, üstüne kendimiz de binip arabalı vapuruyla zor bela geçip getirdik hayvanı.
Kara kuru genç
Sonra kara kuru bir genç buldu oradan Nazmi abi. Yılmaz'ın Zorro giysilerini de meşhur kostümcü Niyaziden aldırmış, giydirdi o oğlana. Kamerayı kameramanı yanına verdi ve yolladı yönetmeni bir yerlere.
Sonradan öğrendik ki gidip çayırda bayırda atla koşan dublörü çekmişler. 15 kutu filmi buna harcamışlar sırf. Sonra montajına bizzat kendi girdi ve birkaç gün sonra bitirip; "hallettim tamamdır. 1 saat 35 dakikaya bağladım filmi" deyip çıktı.
Seyredince gördük tamam dediği şeyleri. Mesela bir sahnede Yılmaz, Nebahat Çehre'ye kızıp evden çıkıyor, lakin bir bakıyorsun ki atın üstünde ufka doğru 7 dakika kadar dört nala koşturuyor. Sonra birden köy kahvesinde görünüyor, oradan çayı içip kalkar kalkmaz yine at üstünde bu kez ormanın içinde koşturuyor. Böyle böyle sahneleri serpiştirip filmin içine, uzatmış filmi...