Kahramanmaraş'ın Elbistan ilçesinde köhne bir müzikhol.... Küflü, paslı ortamın müşteriye göz rahatsızlığı vermemesi için ışıkları öldürmüş, loş kılmışlar ortamı. 25 mumluk kırmızı-mor ampullerin körlüğünde saatlerdir çalıp söyleyen piyanist-şantör klavyesini cıngırdatıp takdim ediyor sahneye çıkacak olan şarkıcıyı; "Şimdi huzurlarınızda yaralı yüreklerin ilaç sesi Nermin Ar..." Genç kadın maşayla düzleştirilmiş uzun saçlarını savurup mikrofon başına geliyor ve başlıyor şarkısına; "Dağ başında bir gül gibi... Berivanım!" Bu bilindik türkünün ikinci bölümünü ise Berivan yerine "Neslihanım" diyerek okuyor yanık yanık. Onun öyle okumasına kimse fazladan bir anlam vermiyor ve o karanlık içinde kadının gözlerine hücum eden yaşları fark edemiyor bile. Peşi sıra şarkılar, istekler, okunmalar, gülmeler, kalkan kadehler alkışlar ve final. Az önce sahnede herkesi coşturan kadın şimdi kuliste bir başına kalmış hıçkırarak ağlamaktadır. Çünkü dağ başında açan çiçeğini, Neslihan'ını düşünmeye, başlarına gelen korkunç olayları kare kare hatırlamaya teyellenmiştir aklı...
KİM BU NESLİHAN
Neslihan Köksal henüz 22 yaşında İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencisi bir genç kız. Ayrı yaşadıkları babası ona hiç ilgi göstermeyince o anasının eteğini tutarak turne turne, kasaba kasaba dolaşmış yıllarca. Okula gidememiş yani. Ama öyle büyük bir azmi varmış ki, ortayı da liseyi de dışardan, hem de birincilikle bitirmiş. Sonra İTÜ'nün Turizm Otelcilik özel sertifika programına katılmış. İyi bir turizmci olup hem Türkiye'yi hem de dünyayı karış karış gezip dolaşma hayalleri kurarmış. Neslihan şimdi hayallerini süsleyen diyarlardan birinde; Güney Amerika ülkelerinden Ekvador'da. Ama gezip dolaşıp eğlenmekle geçmiyor "zoraki tatili" Çünkü o "Quito Cehennemi" olarak bilinen, en azılı mahkumların bile oraya düşmekten çekindiği şehir hapishanesinde tutuklu. Genç kız 1.5 yıldır demir parmaklıklar, taş duvarlar arasında sıkışmış kalmış ama bir kez bile mahkemeye, hakim önüne çıkarılmamış henüz. Peki ne mi olmuş. Gelin annesinin ağzından dinleyelim acı öyküyü: "Bir gün neşe içinde gözleri ışıl ışıl yanarak geldi öptü beni. Dedi ki; Anneciğim, arkadaşlarla seyahate gideceğiz Amerika'ya. Masrafımızın çoğunu okul idaresi karşılıyor. Çünkü bu bir staj gezisi. Orada bazı otellerde çalışacağız. Yememizi yatmamızı da onlar karşılayacak. İznin var değil mi gitmeme...' diyerek fikrimi sordu." Lafın burasına gelince yine yaş doluyor gözlerine acılı annenin. Soruyorum?
İzin verdiniz herhalde. Kıyamadınız değil mi?..
İç çekerek ve başını sallayarak "evet" diyor. Sanki bu "evet"in uğursuzluğuna bağlıyor her yaşananı. Elini yumruk yapıp kafasını sertçe vurması bu nedenle sanırım. Mani oluyorum zorlukla.
Sakin olun lütfen. Acınızı anlatın, paylaşalım ki azalsın...
En büyük arzusuna hayır der miydim hiç? Git kızım. Güle güle git güle güle gel dedim. Birkaç kuruş birikmişim vardı. Onu da harçlık diye, verdim ona. Gitti. İki hafta boyunca her gün aradık birbirimizi. Çok mutluydu. Harikalar diyarı burası annem' diyordu. Sonra bir gün bıçak gibi kesildi haberleri. Bekledim bekledim delirdim sonunda. Kalkıp Ekvador Konsolosluğu'na gittim. Anlattım durumu. Aradılar sordular ve buldular. Yüzüme bir şey demeye çekindiler. Bir yerlere telefon açtılar ve uzun uzun konuşmalardan sonra; "alın kızınız karşınızda" dediler.
Eliniz ayağınıza dolaştı tabii..
Hem de nasıl Savaş Bey. Deli gibi atıldım telefona. Bir de ne duyayım; ağlıyor hıçkırarak. Hapishanedeymiş. Katillerin, hırsızların, fahişelerin arasındaymış. Kiralık arabayla bir adama çarpmış ve ölümüne neden olup hapse atılmış meğer. Gel beni kurtar dedi ağladı yalvardı yavrum.. Ben Ekvador'un yerini ne bilirim Adını kız giderken öğrendimdi. Tek kelime lisanım, yardımcı olacak bir yakınım yoktu. Ama anayım ben. Bana dağlar, deryalar, uzaklar fark eder mi?
Olur mu hiç? Ana yüreği bu.
Ne yaptım ettim Şu Hollanda'nın Amsterdam mı ne diyorlar orasından aktarmalarla indim Ekvador'a. Orayı da buldum, hapishaneye ulaştım. Önce şaşırdılar ve kapıdan bile bakmama ruhsat vermediler. Sonra baktılar ki ben kederimden ölecek hallere gelmişim, acıyıp aldılar içeri. Kızımla karşılaştığımızda tek kelime konuşmadan tam bir saat sarılı kalmışız birbirimize, öyle dediler sonradan.
İnanılır gibi değil ama, yaşamışsınız bizzat.
İkinci yıkım orada oldu. Meğer kaza filan yalanmış. Kızım İstanbul'da tanıştığı bazı zencilerin tezgâhına düşüp gitmiş oraya. "Oradaki arkadaşlar taş verecekler sana. Türkiye'de kıymetli taşlardan verecekler. Gelirken getir, masrafını buna sayacağız demişler" Seyahati bedavaya getirdim diye sevinerek almış bavulu. Meğer taş dedikleri kokainmiş. Havaalanı aramasında narkotik şubenin eğitimli köpekleri kokuyu almış havlamış ve yakalanmış kızım.
Çok şaşırdım inanın.
Bir de beni düşünün Savaş Bey. Sorgu sual etmeden atmışlar buraya kızımı. Şartlar dehşet o hapishanede. O kadar kötü bir durum var ki, mesela ben gelmeden bir hafta önce 3 kadın mahkum kendini asmış, 2 tanesi de yakmış kendini protesto için. Bana çok yardım ettiler ama. 3 gün 3 gece ben de beraber yattım kızımın koğuşunda. Tuhaf, ürkütücü bir yer. Çocuklar bile burada doğuyor büyüyor.
Hâlâ görüşebiliyor musunuz peki telefonla filan?
Evet evet... Allah'tan 1-2 dolar rüşvet verirsen telefon edebilme şansı doğuyor kızıma. Onu orada bırakıp geldim çaresiz. Bizim konsolosluğumuz yokmuş Ekvador'da. Venezüella'daki konsolosumuz bakıyormuş o bölgeye de. Onlara kaç defa ulaşıp yalvarıp yakardım gık bile etmediler.
Peki ne yapabiliriz? Elimden ne geliyorsa yardım etmek isterim size.
Bir tek şey istiyorum bir kişiden. Bir anneden bir tek şey istiyorum. Başbakanımızın eşine, Emine hanıma yalvarıyorum. O, gurbette kızı, evladı olan anne olmak ne demektir iyi bilir. Ne olur kızımın buraya gelmesini, gerekirse burada yargılanmasını sağlasınlar. 22 yaşında bir filizin Allah'ın Ekvador'unda, o korkunç zindanlarda çürümesi ne demek bir düşünün. Onu oradan, ölümden, zulümden kurtaralım ne olur...
Sözüm söz. Emine hanıma da Dışişleri ve Adalet Bakanlarımıza da ileteceğim bu arzunuzu...