Ogün soğuk, pis, ince bir yağmur yağmış, hiç durmadan yağmıştı. 1916 yılının kasım sonu.
Bu sefer de leş gibi kuru sıcak, güneş tepemizde boza pişiriyor: 16 Temmuz 2011.
Dedesinin ağabeyi gömülmüştü, şimdi de torunu gömülüyor.
"Gömülüyor" lafın gelişi, Kapuzinler kilisesinin mahzenine getirip bırakıyorlar, tabut açıkta, toprağa değdiği yok, ama "kutsanmış kilise zemininde" olduğu için katolik inancına göre gömülmüş sayılıyor.
Tabutu önümden geçti, iki metre önümden, Habsburg sülalesinin bayrağına, sarı-siyah renklere sarılmıştı.
Hayatımda ilk kez canlı bir kral da gördüm: İsveç kralı Karl-Gustav da iki metre önümden geçti, iyice yaşlanmış, üzerinde kara takım elbise, o kadar, ne madalya ne nişan ne üniforma.
Matem giysilerine bürünmüş ağırbaşlı hanımlar ve yarı çıplak turist kızlarla birlikte izledik töreni.
İmparatorluğun bütün eyaletlerinin, bütün vilayetlerinin üniformalarını giymiş temsilciler de bir saat kadar hiç durmadan geçtiler önümüzden: Kepli ve pelerinli eski Avusturya subayları, "Aslan Asker Şvayk" kılıklı Çek seçkinleri, sarı bıyıklı Macar beyleri, papaklı Hırvatlar, hatta en son ele geçirdikleri ve ancak on yıl tutabildikleri Bosna-Hersek'in fesli, yatağanlı Boşnak yiğitleri... Hatta, eskiden onların olan Trieste'den İtalyan bitirimleri, Galiçya soyluları, sivri miğferleriyle Prusya temsilcileri...
Bu arada, 1912 modeli elbiseler giymiş yaşlı teyzeler!...
Başbakan, bakanlar, prensler, dükler, düşesler...
Katedralden Kapuzinler mahzenine yol çok yakın olduğu için (say ki Taksim-Galatasaray arası) bu sefer "dolaştırdılar" cenazeyi. Stefansdom'dan Graben üzerinden Kohlmarkt'ta sokup oradan Hofburg sarayının avlusundan geçirdiler, Ring'e çıkıp Opera yanından döndüler, Kaerntnerstrasse üzerinden mahzene...
Rahip yalnızca üçüncü soruyu sordu.
İmparatorun cenazesi mahzenin kapısına getirildiği zaman papaz içeriden sorar: Kimdir o?
Cenaze alayının başı uzun uzun sayıp döker: Şuranın imparatoru, buranın kralı, şuranın prensi, buranın dükası, falan filan. (Kanuni'nin Fransa kralı François'ya yazdığı ünlü mektubu hatırlayın.)
Papaz der ki: Ben böyle birini tanımıyorum! Tekrar sorar, kimdir o?
Gene sayıp dökerler ölünün bütün ünvanlarını.
Papaz gene "tanımıyorum", der, bir daha sorar.
Üçüncüde yanıt farklıdır: "Tanrı'nın günahkar bir kulu..."
Papaz "peki, girsin öyleyse" der, kapıyı açar.
Otto için sayıp dökemediler birşeyleri, imparator değildi ki, son imparator Karl'ın oğluydu. O iş 1918'de bitmişti (bizimki de 1922'de.)
S.k.u.k.H....... Seine kaiserliche und königliche Hochheit... O kadar.
Katedrale bizi yaklaştırmadılar, polis barikat kurmuştu. Koca bir ekrandan ayini izledik. Fakat Mozart'ın Requiem duasını çalıp söylemediler, Haydn'ın da bir Requiem'i varmış, bilmiyordum, onu çaldılar. Do minör.
Efendim bendeniz manyak olduğum için, herkes cup cup denize girerken, kalktım Arşidük Otto von Habsburg'un cenaze törenine gittim.
"Derunumda bir iptila" olan tarihe karşı borçlu hissettim kendimi.
Öhö, azıcık da, fırsat bu fırsattır deyip "Tafelspitz" yemek için canım... Yanında ıspanak püreli ve yabani acı turp soslu, elma ezmeli haşlama sığır eti... Franz-Joseph'in en sevdiği yemek.
Bildiğiniz haşlama et... İhtiyar yemeği... Ama ne lezzet!