Söylüyordum, inanmıyordunuz, gördünüz işte...
Yok efendim, son günlerin gözde konusu olan suyla, testiyle, su yolunda testi kırdıranlarla ilgili değil, Kıbrıs'la ilgili bu lafım.
Profesör Mümtaz Soysal, "Kıbrıs Türkiye'nindir" demiş.
Kendisi bir ara dışişleri bakanlığı da yapmıştı. Kimsenin haberi yok ama şimdi bir partisi bile var: Bağımsız Cumhuriyet Partisi... Yok, Tümgeneral Osman Pamukoğlu'nun partisi değil, o başka. (Niçin birleşmiyorlar? Tuncay Özkan ile Mustafa Balbay'ı da aday gösterirler, fena mı olur?)
Mümtaz Soysal'ın adı, 9 Mart cuntasının "sivil görünümlü başbakan adayı" olarak geçerdi bizim gençlik çevrelerinde, 1971 yılı başları...
"Marksizmden gelip faşizme giden"
Türk aydınlarının tipik bir örneğidir. Bunların bir kısmı liberal demokrat oldular, bir kısmı da bir totaliter görüşten ötekine kolayca geçiş yapıverdiler. (Bazı cinsleri toplu olarak Silivri kasabasında yaşarlar.) Profesör Soysal, "bürokrasiyi şahsında mezcetmiş ve mündemiç kılmış" aydınlarımızın tipik bir örneğidir. Bunlar "esas olarak CHP'lidirler" tabii ama aralarında ufak tefek anlaşmazlıklar çıkınca bölünürler. Nitekim Soysal da Ecevit ailesiyle anlaşamayıp ayrılmıştı.
İşte gördünüz, Kıbrıs Türkiye'nindir dedi.
Çünkü "Bülent ağabeyi" almıştı oraları!
Evet, hep "aldık" gözüyle bakıyoruz. Bize işgalci diyorlar, biz de onları haklı çıkarmak için elimizden geleni yapıyoruz!
İşte bu nedenle Türkiye'nin kuklası Kuzey Kıbrıs devletini hiçkimse tanımadı, işte bunun için o bölge dünyadan tecrit edildi.
Ecevit, durmaması gerektiği zaman durdu, yürümemesi gerektiği zaman yürüdü, çekilmesi gerektiği zaman da çekilmedi, çekilemedi. Ondan sonra hiç kimse de bunu düşünmeye bile cesaret edemedi.
Çünkü esas olarak o da bir bürokrattı, bir Ankara politikacısıydı ve orayı "almış olmak" çok hoşuna gitmişti. (Fakat sonradan bunu istediği oranda oya tahvil edemedi.
Halk, Kıbrıs'ı almış olsa bile CHP'yi tek başına iktidara getirmiyordu.) Şimdi Kıbrıs'ta bize karşı ciddi bir tepki var. Bu tepkiyi eskiden gösterenleri faşistlerimiz sessizce yokediyorlardı, artık ilişemiyorlar.
"Lefkoşe'yi Kahire'ye çevirmekten" falan sözedenler çıktı! Ayaklanmaya hazırlanan Kıbrıslılar var! "Kıbrıs Anadolu'nun uzantısı değildir, biz kendi kendimizi yönetmek istiyoruz, siz bizi fakirleştiriyorsunuz" diyorlar açık açık.
Bu işin tadının çoktan kaçtığını söylemiştim, daha da kaçacak gibi görünüyor.
"Rezil olup çekilmektense, edebimizle, yol yakınken çekilelim" diyorum, elbette kimse aldırmayacak. Sonra günün birinde de "Engin Bey haklıymış" demek üzere gene...
Bana ne? Aha da yazımı yazdım, elimi yıkayıp gittim, Roma İmparatorluğu'nun Filistin valisi Pontus Pilatus misali...
Peki başbakan, özgürlükçü ve demokrat, bütün komşularla iyi geçinme politikasını Davutoğlu'na ısmarlamış, "sıfır sorun" politikasının mimarı başbakan niçin Kıbrıs konusunda dikleniyor? "Çözeceğim" dediği meseleyi niçin büsbütün tatsız yollara sürüyor?
Çünkü kendisine küfür eden bazı "liberal aydınlarla" arası çok bozuk, bu bir...
İkincisi de, haziran ayında meclise istediği sayıda milletvekili sokabilmek için milliyetçi oylara da ihtiyacı var, bu amaçla da daha dört ay kadar bürokrasinin "suyuna gitmek" durumunda görüyor kendini!
Çünkü liberal aydın falan değil, politikacıdır.
Gerek huysuz liberallere, gerek Kıbrıslı gayrımemnunlara "hiç olmazsa yaza kadar sabır" telkin etsem, benim lafımı dinlerler mi? Hiç sanmam.
Bakınız Kürtler onlardan çok daha akıllı, sustular, bekliyorlar.