Hem kızıyorum hem okuyorum tabii, Nâzım Hikmet'in bir şiirinde hiç mi hiç inanmadığı halde kahve falına baktırdığını itiraf ettiği gibi...
2010 yılında Cem Yılmaz'ın çocuğu olacaktı!
Siz de bir yandan gülüyorsunuz bu zırvalara, okumadan da edemiyorsunuz.
Bulgaristanlı bir kocakarıya göre de 2010 yılı kasım ayında Üçüncü Dünya Savaşı başlamıştı hani... (2040'larda da bütün dünya komünist olacakmış aynı kişiye göre. Geçen yüzyılın seksenli yıllarında, komünist Bulgar yetkilileriyle papaz olup başını derde sokmamak için verilmiş bir "rüşvet-i kelam"...)
Bu, falcıların ayak takımı. Bir de üst tabakası var. Onlar da, magazin falcılarıyla dalga geçmeyi, hükümete olumlu bakanlara hakaret edebilmek için vesile olarak kullanıyorlar.
Kendilerine ben de bir kılçık atayım: 2011'de göbeğini kaşıyan ayılar gene iktidarı belirleyecekler.
Atatürk'ün "cumhuriyet gene de ilan edilecektir ama ihtimal ki bazı kafalar kesilecektir" demesi gibi, şunu da ekleyeyim: 2011 yılında muhalefet amigosu basında ihtimal ki bazı başlar da kendilerini sokacak yeni yerler arayacaklardır, birtakım karta kaçmış ağabeyleri gibi hepten emekli olmazlarsa!..
Bu muhabbeti sevdim, sürdürelim:
Marduk bu sene gelmeyecek, Kılıçdaroğlu da başbakan olmayacak.
Fakat biz avukat ağzıyla "bir an için" olduğunu farzedelim. Nasıl bir Türkiye bekler bizi?
Faşistlerin hapisten kurtuldukları bir Türkiye... Darbecilerin salıverildikleri, hatta bir kısmı milletvekili yapılmış bir Türkiye... Darbe davalarında ne hikmetse "görevsizlik" kararlarının peşpeşe çıkıverdikleri bir Türkiye...
Sakat anayasası sapasağlam ayakta kalmış bir Türkiye...
Ve de ekonomisi boka sarmış bir Türkiye.
Çünkü, amigo iktisatçıların nefret ettikleri "sıcak para" birkaç günde kaçıvermiş! Özledikleri günler gelmiş, yabancı sermaye defolmuş, yerli sermaye de defolmanın yolunu arıyor. (Bazı şaşkınlar bunu "68 ruhu iktidara geldi" şeklinde yorumlamışlar ve mutlu olmuşlar.)
Borsa göçmüş, yerlerde sürünüyor.
Dolar iki günde üç liraya, avro beş liraya fırlamış, arkası da geliyor... İhracat rahatlamış ama ithalat bıçak gibi kesilivermiş. İçmeye kahve bile bulunamıyor. (Ne güzel, memleketin dövizleri çarçur olmuyor.)
Faiz zıplamış, uçuşa geçmiş. Ama kredi faizi zıplayınca mevduat faizi de artmış tabii...
Bu tür amigo iktisatçıların çok sevdikleri ünlü ve de emekli Ayşe Teyze de önce sevinmiş, "paradan para kazanma devri" geri geliyor diye.
Fakat çarşıya çıkıp da fiyatları görünce canı çok sıkılmış.
Çünkü enflasyon da "onlu haneleri" hızla geçip "yirmili, otuzlu hanelere" çıkmış, oradan daha yükseklere yönelmiş...
Daha da artacak, çünkü Başbakan Kılıçdaroğlu, seçimden önce vaat ettiği açılımlara kaynak yaratmak için hiçbir çare bulamayınca "banknot matbaasını" çalıştırmaya başlamış. (İtiraz eden Merkez Bankası Başkanı'nı yürütmüş, adam zaten takunyalı ve çember sakallı değil miydi?)
Seçmenin şabalak kesiminden "hay ellerim kırılsaydı da..." lafları gene duyulmaya başlanmış. Büsbütün umutsuzluğa kapılan "Diyarbakır taraflarında" da çatışmalar artmış, çocuklar artık güvenlik kuvvetlerine yalnız taş atmakla kalmıyorlar, mermi de sıkıyorlar.
Korkmayınız, bütün bunlar olmayacak.
Lafı tatlıya bağlayalım, yeni üretilmiş hınzır bir fıkrayla bitirelim:
Çulsuz bir adamcağız, üstte yok, başta yok, nasıl ettiyse Papermoon'a girmiş, bir masada yemek yiyen Mustafa Koç ile Güler Sabancı'ya yaklaşmış.
"Bütün malvarlıklarınızı satın almak istiyorum, kaç milyar dolarsa hemen söyleyin" demiş.
Mustafa Bey gülmüş, "peki kardeşim," demiş, "çok istiyorsan satalım satmasına da, merak ettim, o kadar parayı nereden bulacaksın?"
Adam demiş ki:
"Benim adım Kemal! Bulurum dersem, bulurum!"
İyi seneler efendim...