Elbette bana da gelmişlerdi, bir bankanın reklam filminde oynar mıymışım?
Televizyonda yorumculuk yaptığım sıralar...
Bankanın hangisi olduğunu da kolaylıkla tahmin edebilirsiniz. O şimdi batık!
Sarı basın kartımı gösterecekmişim, "bugüne kadar bunun sayesinde yaşadım" diyecekmişim, sonra onu havaya fırlatacakmışım, cebimden sözkonusu bankanın kredi kartını çıkarıp "bugünden sonra bunun sayesinde yaşayacağım" diye de ekleyecekmişim...
Dedim ki: Gazeteciler Cemiyeti'nden kovarlar, bir, Babıali'de herkes arkamdan teneke çalar, iki!
"Bakın," dedim, "kamu yararına bir girişim varsa oynarım, üstelik para mara da istemem.
Ama bu ancak 'kitap okuyun, gazete okuyun' ya da 'vatandaş, okuma yazma öğren' gibilerden bir kampanya olabilir, ya da ne bileyim çocuklara yönelik 'süt için, dişinizi fırçalayın' falan gibi, ya da diyelim kazıklara yönelik 'sigara içmeyin, trafik kurallarını çiğnemeyin, karınızı dövmeyin' gibilerden bir şey... Şirket, marka ya da ürün reklamında, kaç milyar verirseniz verin, oynamam."
Sonra, sırf merakımdan, sordum:
"Tut ki oynadım, ne vereceksiniz?"
Maalesef para veremeyeceklermiş, ama çok istersem belki cep telefonu -o zamanlar yeni çıkmıştı- verebilirlermiş!
Kimlerle ve nelerle uğraşmış olduğumuzu gösteren küçük bir anı.
Bugünlerde gene gündeme gelmiş, gazetecinin reklam filmlerinde oynama meselesi...
Gündemde yok da, laf kıtlığında asma budama gayretiyle getiriliyor, hele şu "hiçbir önemli olayın olmadığı" yılsonu günlerinde...
Eskiden ayıptı.
Bir gazetecinin herhangi bir reklam faaliyeti içinde yer alması, utanılacak bir davranıştı.
Zaten kimsenin de aklına gelmezdi bir gazeteciye böyle bir teklifte bulunmak, işin ucunda küfür işitmek de vardı.
Yani düşünebiliyor musunuz, Falih Rıfkı "ey Atatürkçüler, Puro Fay kullanınız" diyor, ya da Refii Cevat diyor ki, "ey kaariyun- u kiram, bayram ziyaretlerinizde Hacıbekir lokumlarını tercih ediniz!"
Sonra, eski değerler yıkıldılar, yerlerine yenileri konulamadı. Vahşi kapitalizm daha yeni yeni gelişiyor, eskiye ait ne varsa yerle bir ediyordu. Buna Tarlabaşı Caddesi de dahildi, utanma duygusu da.
Banka, sigorta, ayakkabı, çamaşır makinesi, sallama çay, aklınıza ne gelirse onun reklamını yapan gazeteciler görüldü. "Kendine şekil yapan", kılık değiştiren, konulu fotoğraflarda esmer ya da sarışın bombalarla magazin pozları veren, hatta düpedüz soyunan gazeteciler de görüldüğü gibi.
Kimileri bu işi belli bir ajansın hazırladığı belli bir ürünün reklam filminde ve bunun izdüşümü olan basın ilanlarında yer almak yoluyla yapıyorlardı. Kimisi de kendisine ayırılmış köşede açık açık "geçen gün falanca otelde beleşe kaldım, filanca lokantada şu şu şu yemekleri hesap ödemeden yedim, çok beğendim, size de tavsiye ederim" yazmaktan çekinmiyordu.
Gazetecinin reklamda yer almasını önleyen bir yasa yok. Ticaret yapması yasak ama bu serbest (tabela asarsan uygunsuz görülüyor ama çıkıp tanıtırsan ya da ballandıra ballandıra yazarsan beis yok.)
Üstelik bunun "etik" olup olmadığı bile tartışılmıyor artık.
Fakat bunun "ilahi müeyyidesi" var, unutmasınlar.
Yok canım, "Allah çarpar" demiyorum.
Okuyucu çarpar.
Şaklabanlığa soyunan, "artık ciddiye alınmamayı" da kabul ediyor demektir.
Zaten ciddiye alınmayanlar için sorun yok. Ar damarı çatlamış olanlar için de dert değil. Bir de "analarının karnından ar damarı eksik çıkmışlar, çatlayacak damarı hiç bulunmayanlar" var ki, onlar yarın kıçlarını da açarlar.
Sözüm "fikir yazısı yazıyorum" iddiasında olanlara.
Ayaklarını denk alsınlar, üç kuruş kazanacağım diye kendi kendilerini bitirmesinler.