Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ENGİN ARDIÇ

Olacak iş değildi

Hasan Bülent Kahraman, kendi deyimiyle "durup dururken başına iş açarak" ortaya attığı Attila İlhan tartışmasında, rahmetli Kaptan'ın "casus" olduğu iddiasını "ciddiye almadığını" söylüyor.
Eski şairler arası bildik bir kavga, eski komünistler arası bildik bir çekişme...
Ben de ciddiye "almak istemiyorum", nüansa dikkat.
Fakat Kaptan'ın son yıllarında akıl almaz bir şekilde saplanıp kaldığı "Sultan Galiyef muhabbetini" hatırlattığı da iyi oldu.
Kimdir bu, Attila İlhan'ın yerlere göklere sığdıramamış olduğu fikir babası?
Kaptan'ın ısrarla ve yanlış olarak Sultan Galiyef deyip durmuş olduğu adamın ismi, Mirseyyid Sultangaliyev... Bizim kullandığımız lehçe olan Batı Türkçesi'nde "Sultanalioğlu" demek gerekecek.
Bir Türk komünisti... Kazanlı bir Tatar... Tip olarak biraz Rasim Ozan Kütahyalı'yı andırır!...
Fakat, Kemalistler tarafından öldürülen Mustafa Suphi'nin aksine "ulusal komünizm" isterdi... (Günümüzün şaşkın Türk komünistleri, Mustafa Suphi'nin kanını referandumda hayır oyu vererek arıyorlar ki bu ayıp yedi sülalelerine yetsin.)
Sultangaliyev, "Komünist Turan Birliği" ülküsünün peşindeydi.
Ne mi oldu? Stalin tarafından yokedildi tabii.
Solun tarihinde ilginç bir "renk" olarak kaldı adamcağız, o kadar.
Yirmili yıllarda bile uygulanmasına olanak bulunmayan bu ütopyaya, doksanlı yıllarda birtakım Türkiyeli ulusalcılar mal bulmuş Mağrıbi gibi sarıldılar.
Kendilerini "hem komünist hem Turancı" olarak tanımlayanlar, yeni bir imparatorluk hayali kurdular.
Bunun, maceraperest Enver Paşa'nın hayallerinden farkı, "sol" içeriğiydi.
Bu içerikle de, herşeyden evvel "klasik ülkücüleri" karşılarına almış oldular.
Yani, MHP içinde bir "fraksiyon" bile oluşturacak kadar kimse ciddiye almıyordu onları...
Sesleri artık pek çıkmıyor. Çıkamaz da.
Güçleri hiçbir zaman yoktu, olamaz da.
Kendilerine şunu soruyordum: "Yahu siz, komünizmden ve imparatorluk sömürgesi olmaktan daha yeni kurtulmuş adamlara şimdi sıcağı sıcağına yeni bir bağımlılık öneriyorsunuz... Bunun için de önce Türkiye'yi komünist yapmanız gerekecek... Diyelim ki olanaksızı başardınız... Bununla kalmayacak, sonra komünizmi diğer Türk devletlerine de -yeniden- ihraç edeceksiniz... Şu farkla ki, merkez bu sefer Moskova değil Ankara olacak, onlar gene periferide kalacaklar...
Nasıl olacak bu iş be cancağızım?..."
Verecek hiçbir yanıtları yoktu.
Gülümsemekle yetiniyorlardı.
Sonra da bu şaşkınlar, faşistlerle elele verip, eski sömürgelerini bu kez kendi ellerine geçirdikleri Rusya'yla ittifak arayacaklar! Bununla da kalmayacaklar, dünyanın öbür ucunda kapitalist mucizeler yaratmakta olan Çin'i de bu zırvaya ortak edecekler!
Keşke Kaptan sağ olsaydı da, artık bilmem Divan Pastanesi'nde bir sütlü kahve fincanının arkasından, bilmem Maçka-Harbiye yolunun kaldırımlarında, ona şunları söyleyebilseydim:
Ülkemizde "mastürbasyondan" vergi almıyorlar. Fazlası sağlığa zararlıdır, başka bir sakıncası yok.
Üstelik demokrasilerde herkesin kendince "saçmalama" hakkı da sonuna kadar mevcut. Cahillik de serbest.
Lakin, bu saçmalıklarla birtakım faşistleri "azdırıp" onları tehlikeli noktalara itmenin, hele hele "NATO'dan çıkıp Avrasya Birliği kuralım" gibi uçuk önerilere kaptırmanın bir vebali vardır ki...
Onu kimisi kodeste öder, seninki gibi gazete sayfalarında kalmaz sevgili Kaptan...
Sen Boğaziçi'ne karşı "yatarsın" bugün, onlar Marmara Denizi'ne karşı yatarlar işte.
Ne kızıyorsun Kaptan? Ben seninle "aynı kan grubundan" bir yazar değil miydim, sen bana öyle dememiş miydin? Hani, Andre Malraux'nun yanında Pierre Schoendoerffer gibi?
O zaman hesabını sorarım. Hakkımdır.
Ben de seni çok sevdiğim için sana çok kızıyorum Kaptan.
İnan bana, çoğumuz gibi...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA