Geçen pazartesi sabahı karga kahvaltısını etmeden bizim hanımla bavulları kilitledik, aşağı indik, otelin hesabını kestirdik... Güneş daha doğmamış, hava da buz gibi soğuk. Dışarı çıktım sigara içmeye, Trocadero yakınlarındayım, umarım Cem Uzan az sonra koşarak önümden geçmez...
Taksi çağırdık, taksi maksi yok. Çünkü benzin yok.
Taksi var ama en erken saat on buçuk gibi gelip bizi alabiliyor, bizim uçak saat dokuz elli beşte!
Kaldık mı gurbet ellerde iyot gibi?
Resepsiyondaki Bulgar kızına "komşu gülücükleri" yaptık, diller döktük, yarım saat kadar sonra olmayacak bir yerlerden bir araba buldu sağolsun, o kadar sevindim ki herife de inerken yirmi avro bahşiş verdim, beni Türk kapitalisti sanmıştır.
Huyumu seveyim, iyi ki gereğinden erken çıkmışım yola...
Uzatmayalım, uçağın kapısına kadar geldik, uçak kalkmıyor. Ne zaman kalkabileceği de belli değil, çünkü benzin yok.
Bir saat kadar oyalandık, İstanbul uçağı kalktı ve... Cenevre'ye indi.
Rica minnet "az biraz" benzin koydurabilmişler grevdeki pompacılara, kaptan pilot kendini bir an önce "Fransa hava sahasının dışına" atmaya bakmış, geri kalanını Cenevre'den doldurttu, saat ikide ineceğimiz Yeşilköy'e (pardon, Atatürk'e) akşam karanlığında salimen vasıl olduk. (Hanıma dedim ki, İsviçre'yi de görmedim deme!)
İyi günde gelmişiz, vakitlice kaçmışız, ertesi gün hiç kalkamamış uçaklar.
Böyle durumlarda, Fransız emekçi sınıfının sorunları yabancı yolcunun hiç umurunda olmuyor tabii, herkes kalayı basıyor. Gitmek istediğimiz yerler vardı, trenler çalışmadığı için Paris'in içinde kalakaldık. Hele binlerce Japon turistin nasıl bozuk çaldığını görmeliydiniz... Konferans vermeye falan değil, keyife gittik, tadıyla yapamadan döndük. İyi ki daha önce uğramışız, felekten dört Viyana günü çalmışız.
Fransa galeyan halinde.
Okumuşsunuzdur, hükümet emeklilik yaşını altmıştan altmış ikiye yükseltmeye kalktı, Fransa ayaklandı. (Benim elli iki yaşımda emekli olduğumu duysalar ne yaparlardı acaba, kolumdan tutup Sarkozy'nin karşısına mı çıkarırlardı, al işte gör Türk emekçisinin haklarını!)
Bu gibi durumlarda Sarkozy pek ortaya çıkmıyor, pis işleri başbakan François Fillon'a gördürüyor, kamuoyunun önüne onu atıyor. Televizyonda Bayan Claire Chazal'ın (Fransa'nın Gülgün Feyman'ı!) terletici sorularına da o yanıt veriyor.
Fakat Sarkozy o arada bir laf etti, ilgimi çekti, dedi ki: "Lise öğrencileri, kendilerini ancak elli yıl sonra ilgilendirecek bir konuda eylem yapıyorlar"...
Çünkü eylemciler, grevci işçilerin yanısıra ve büyük ölçüde liseliler, üniversiteliler değil liseliler.
Babalarından, hatta dedelerinden duydukları "eylem günlerine" mi özenmişler? Yeni bir "Mayıs 68" mi yaratmak istiyorlar kitaplardan okudukları?
Hayır, bilinçli olarak kendi geleceklerine hükmetmeye çalışıyorlar.
Fransa, Avrupa'nın hasta adamıdır artık.
Daha ucuza çalışacak yabancı işçilerin ekmeklerini ellerinden almalarından korkuyorlar (yıllardır hep "Polonyalı muslukçu" örneği verilir) ve buna kılıf olarak da "Türk endişesini, Müslüman tehlikesini" falan buluyorlar.
Eylemler büyür, iş kırk iki yıl öncesine döner mi?
Bilemem, göreceğiz. Ama şu kesin: Bu sefer Türkiye'ye sıçramaz. Bugünün Türk gençliği bizim kuşağın yaptığı hataları tekrarlamaz.
Çünkü Fransızlar 1968 eylemlerini "erkek talebe yurduna kız arkadaş sokabilme hakkını" savunarak, yani özgürlük için başlatmışlardı, biz "Kemalist ya da komünist dikta" özlemiyle girişmiştik!
Haksız mıyım, yanlış mı hatırlıyorum bizim moruklar ve de eski kırıklar?