Elbette her türlü zevzeklik edilmiştir, "çeki bozdurduk", "çek karşılıksız çıktı", "çeki çekiverdik düştü" gibilerden, daha bir süre de edilecektir.
Hakkımızdır, ederiz! Hırvatistan'ı yenersek "kravatı bağladık" başlığı hazır.
Fakat Çekoslovakya olduğu sürece lafı kolaydı da, Slovakya ayrılınca Çek Cumhuriyeti sorun oldu.
Bu devletin adı, tamam da, ülkenin adı nedir?
"Çekistan" diyorum, tuhaf tuhaf bakıyorlar.
Bunlarla görülecek küçük bir hesabımız vardı, galiba hallettik.
Eskiden Çekoslovakya, Polonya gibi takımlara 7-0, 8-0 falan yenilirdik... Kazara maç 1-0 ya da 2-0 biterse de sevinirdik, buna da "şerefli mağlubiyet" deniyordu... Onurlu yenilgi...
Orhan Şeref Apak federasyon başkanı, Coşkun Özarı teknik direktör, hani o dönemler, sanki tarih öncesi. Alt tarafı kırk-elli yıl.
O zamanlar "şampiyon kulüpler kupası" vardı, Galatasaray ya da Fenerbahçe ilk turda elenirdi.
Radyodan dinler, gözümüzün önüne getirmeye çalışırdık maçları...
Kazara ikinci tura geçersek, büyük başarı! Üçüncü tur, hayallerimizi aşıyordu. Düşünülemezdi.
Bir film sinemalarda bir haftadan fazla oynarsa da, "ikinci zafer haftası" ... Özel tabela yaparlar, afişin köşesine iliştirirlerdi.
O zamanlar bir Türk'ün Nobel alması, bir Türk filminin Cannes'da birinci olması da düşünülemezdi.
Yurtdışına yılda bir kereden fazla çıkmak da yasaktı, cebinden iki yüz dolardan fazla çıkarmak da...
Duyar şaşardık, "lokantaya gidip tıka basa yemek yiyorlarmış, bir kart gösterip bir imza atıyorlarmış, beş kuruş vermeden çıkıyorlarmış" ...
Analarımızın da çok tuhafına giderdi, "gâvur karıları kesilmiş, ayıklanmış tavuk alıyorlarmış, hemen pişiriveriyorlarmış" ...
Mahalle bakkalında viski ve yabancı sigara satılacak deseler gülmezdik bile.
Doris Day ile Rock Hudson'un oynadıkları "Yastık Sohbeti" filminde "kablolu uzaktan kumanda" görmüştük de şaşmıştık. Amerika'da hem televizyon vardı, hem de değiştirmeye birden fazla kanal!
Türkiye'de renkli film banyosu yapılamıyordu, negatif fotoğraf makarası yurtdışına gönderilir, yıkanır geri gelirdi. Banyo ve posta masrafı fiyatın içindeydi.
Yabancı dilde bir kitap getirtmek için ısmarlayıp iki ay kadar beklemek, yabancı dilde bir dergiye abone olmak için özel izinle Merkez Bankası'ndan "döviz tahsisi" çıkarmak gerekiyordu.
Gazeteler İstanbul'da basılır ve sabahın köründe kamyonla Ankara yoluna çıkarlardı...
Ama Türkiye'de köy enstitülerinin yeniden açılmalarını isteyenler vardı!
"Asker-sivil" aydınların "halk için halka rağmen" sosyalizm kurmalarını, daha doğrusu devlet kapitalizmine geri dönmelerini isteyenler de...
"Sandıktan hep gerici iktidarlar çıkıyor" diyenler de vardı, "bu milletin başına eli sopalı biri lazım" diyenler de...
Gençler bana soruyorlardı ya, "televizyonun olmadığı dönemde ne yapıyordunuz" diye, şimdi artık "cep telefonu yokken nasıl konuşuyordunuz" soruları da başladı.
Ben de onlara diyorum ki:
"Eski Türkiye daha iyiydi" diyen hiçbir kart dangalağı ciddiye almayınız!