Uzun süredir sahil yolunun Bostancı-Pendik arasındaki bölümünden karanlıkta geçmiyordum. Bir süre önce şöyle bir gezelim dedik... Bambaşka bir ortamla karşılaştık.
Bilen bilir, bilhassa Maltepe- Küçükyalı arasında çok sayıda restoran ve kafe bulunur.
İşte o mekânlarda, göz alıcı bir floresan şenliği başlamış. Bu şenlik ufaktan ufaktan Bağdat Caddesi'ne de sirayet ediyor.
Olayı daha iyi anlamak için geçmişle kıyaslamak gerek: Eskiden floresan ışığı öncelikle yoksulluğu simgelerdi. Çünkü floresan lambalar, normal ampule kıyasla daha az elektrik harcar ve çiğ de olsa daha fazla ışık verir. Özetle floresan ucuzdur.
Dar gelirli memur evlerinde, gariban işçi gecekondularında floresan kullanılır. Hâlâ da kullanılıyor. (Tabii enerji tasarruflu ampullerle birlikte. Ancak onların alışı pahalı.) Floresanın bolca kullanıldığı yerlerden biri de, fabrika, atölye, ofis gibi dört duvar arasında uzun saatler boyu çalışılan yerlerdir.
Öteki dünyanın rengi
Tabii renk etkisini de unutmamalı: Mavi, kırmızı, yeşil, sarı floresan lambaları mekâna bambaşka tatlar katar. Bu tatlar arasında uhrevi olan da var!
"Nasıl oluyor" diye soranlara Kadıköy Söğütlüçeşme'de, büyük otoparkın karşısındaki Mahmut Baba Türbesi'ni görmelerini öneririm. (Ama şart değil, her kentte bunun gibi en az bir türbe olsa gerek.)
Türbeyi aydınlatan floresanlar yeşil. Hepsi. Tamamı. Bilmeyen, gece vakti uzaktan fark ettiğinde, orada yeşil-perest bir elektrikçinin cafcaflı dükkânı bulunduğunu sanabilir. Yakına gelenler ise öteki âlemin yeşil olduğuna kanaat getirir.
Alaturka Las Vegas
Bugünlerde ise bir değişime şahit oluyoruz: Uzun yıllar az parayı simgeleyen floresan, artık eğlencenin, yeme içmenin, bolca para harcamanın işareti...
Sanki ucuzluklar damlaya damlaya göl olmuş: Las Vegas benzeri bir ihtişam, bir gösteriş, bir zenginlik hali. Bitmek bilmez bir yılbaşı heyecanı.
Tabii sadece floresanla olmuyor bu işler. Ona envai çeşit LED ışıklandırma da eşlik ediyor:
Mekânın, mesela lokantanın, neredeyse bütün konturları floresanlarla ve LED'lerle yeniden çiziliyor... Binanın üst ve yan kısımları... Bahçe duvarı... Lokantanın girişindeki yürüme yolu... İçerideki sütunlar, çeşitli süslemeler... Hepsi ışıl ışıl, hepsi "Ben de buradayım, beni de gör" diyor.
Sahil yolunun lokantalar kısmı upuzun bir lunapark gibi. Her mekân bir atlıkarınca, bir dönme dolap, ışıl ışıl bir balerina... Ve tabii koşuşturan otoparkçılarıyla birlikte, bir çarpışan (lüks) arabalar reyonu.
Herkes pek parlak
Işıklandırma ilginç bir mevzu. Ancak klasik sosyolojinin önemsemeyip, mimariye terk ettiği bir alan. Halbuki sınıfsal ve zümresel farklar ışıklandırmaya da yansıyor.
Eski burjuvazi ışıklandırmayı mekânlarında bir şıklık, bir zarafet ve "sakin güç" efekti olarak kullanıyor: Loş ortamlar, endirekt aydınlatma, kavuniçi ışık...
Yeni burjuvaların coşkusu ise sadece yüzlerine değil... Göz alıcı saatlerine, kolye, künye, gözlük, anahtarlık, otomobil, ayakkabı ve elbiseleri kadar, mekânlarına da yansıyor. Oralarda da dikkatleri çekmek, farklarını vurgulamak, "Bu oyunda biz de varız" demek istiyorlar.
Bu sebeple olsa gerek; mekânları da bol ışıklı, apaydınlık. Hem göze çarpıyor, hem göze batıyor...