İşadamı dostumuz Ahmet Hakan Yılmaztürk'ten geçenlerde tartışılmaya değer bir mesaj aldım. Özetle diyor ki: "Madem İstanbul'u bir New York, bir Londra, bir Paris gibi 'marka kent' yapmak istiyoruz... Mutlaka bir 'milli müzemiz' olmalı..."
"Dünyadaki marka şehirlere baktığımızda..." diyor Ahmet Bey, "o şehirle özdeşleşmiş, hatta birçok kişi için o şehri ziyaret sebebi olmuş müzeler var: Londra'da British Museum, Paris'te Louvre, NewYork'ta National Museum gibi..."
Peki bu kurumların temel özelliği ne? "Bunlar sadece kendi milli kültür, sanat ve tarihlerinden örnekleri değil, tüm dünya medeniyetlerinin, ekollerin, akımların seçkin sanat ve tarih koleksiyonlarını barındırıyor. Bu özellikleriyle de tüm dünyadan gelen ziyaretçilere adeta global bir kültür, sanat ve tarih turu attırıyorlar."
Mevcutlar küresel değil
İstanbul' daki müzeler de elbette çok değerli. Ancak onlarla kıyaslandığında "küresel" değiller. Zaten isimleri de daha yerel, daha bölgesel olduklarına işaret ediyor.
"Topkapı Sarayı, Osmanlı'nın ihtişamını anlatıyor... Arkeoloji Müzesi ise Anadolu ve Yakın Doğu medeniyetlerini... İslam Eserleri Müzesi de adı üzerinde... Dolmabahçe Sarayı zaten malum, son dönem Osmanlı saray hayatını sunuyor ziyaretçilere..."
Madem Türkiye ekonomik olarak güçleniyor...
Madem kültüre daha fazla fon ayırabiliyor...
O halde yurt dışından, dünyanın dört bir yanından eserler toplayan bir ülke haline gelebiliriz.
Yılmaztürk'ün hayalinde, izleyiciye dünya kültüründen nadide örnekler sunan, üç-beş gün gezmekle bitmeyecek bir "Milli Müze" var:
"Neden benim öğrencim veya yabancı turist, Renoir tablosuyla İstanbul'da buluşamasın? Ya da Maya uygarlığı objelerini göremesin?"
Gayet ilginç olan bu fikri farklı açılardan tartışmalıyız. Örneğin, müzenin konsepti ne olacak?
Model alınacak müzelere baktığımızda bunların İngiliz, Fransız ya da Amerikalıların dünya egemenliği hayallerine dayandığını görüyoruz.
"Çamlıca' daki müzemiz"
Soru: Peki biz ne yapacağız?
Ziyaretçiye üç kıtaya yayılan Osmanlı'yı mı göstereceğiz? (Aslında Topkapı bunu epey yapıyor).
Yok eğer müzede, Renoir tablosu ya da Maya tacı da olacaksa... Hangi kritere göre olacak? Niye Dali değil Renoir, niye Aztek değil de Maya (ya da tersi.) Acaba özel, hatta Orhan Pamuk'unki gibi kişisel müzelerin kurulduğu bir çağda "milli müze" kurmak doğru mu?
Hatta "milli müze" sözü ne derece geçerli? Konuştuğumuz fikir, milliliğe değil enternasyonalliğe daha yakın.
Soruları karşı çıktığım için değil, tartışmayı zenginleştirmek için ortaya atıyorum.
Bu yazı için "Çamlıca'daki Eniştemiz"in de yazarı olan Abdülhak Şinasi Hisar'ın, "Türk Müzeciliği" (YKY) adıyla derlenen yazılarını tekrar okumaya başladım.
Notlar aldım. Ama yer sorunu yüzünden onlara sıra gelmedi. "Yer" dedik de... Yılmaztürk, "Ben müzenin yeri olarak, cami projesinden önce Çamlıca tepesini düşünmüştüm" demiş.
"Çamlıca" mı? Sadece bu kelime bile ikinci bir yazıyı gerekli kılıyor!