Mısır'daki kriz hakkında konuşanların sıkça başvurduğu mecazlardan biri de "meydanların sesini dinlemek" idi.
Örneğin şöyle bir cümle: "Hüsnü Mübarek meydanların sesine kulak vermeli..."
Bu laf hepimize "çok anlamlı", "çok doğru" geldi. Tabii ya... Yöneticiler meydanların sesine kulak vermeliydi.
Böyle düşündük çünkü Mübarek gibi diktatörü destekleyen kimse yoktu Türkiye'de...
Halbuki "meydanları dinlemek"... Yani meydanları dolduran insanların taleplerini yerine getirmek, her zaman doğru bir politika değil.
Bunun en güzel örneğini biz 2007'deki cumhuriyet mitingleri sırasında yaşadık.
Ankara Tandoğan, İstanbul Çağlayan ve İzmir Gündoğdu gibi meydanlarda yüz binlerce insan toplandı.
Peki, sonra ne oldu?
Olayları uzaktan izleyen sessiz çoğunluk, sandığa gittiğinde yüzde 47 oyla AKP'yi destekledi!
Yani meydanlardan yükselen uğultu, "halkın sesi" ya da "demokrasinin sesi" değildi.
Açık alanları demokrasi düşmanları da doldurabileceği içindir ki meydanların sesini dinlemek "özü iyi" bir metafor değildir.
Meydanların kim tarafından, kime karşı, hangi amaçla doldurulduğuna bakmak gerekir.