Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Yüksek yargıcılar verdikleri sözden neden cayıyor?

Askeriyenin müttefikleriyle birlikte siyaset üzerinde kurduğu, "sen bilmezsin, ben bilirim", "öyle yapma, böyle yap" baskısına, "vesayet rejimi" adını veriyoruz.
Bu rejimin bir özelliği de, demokrasiyle birlikte işlemesi: Yani seçimler yapılıyor. Meclis'ten bir hükümet çıkıyor. Ancak bu bürokrasi hükümetin rahatça çalışmasına, yani siyasetin hayata geçmesine izin vermiyor.
Demokratik siyaset, karşısında bürokratik siyaseti buluyor. (Bu bürokratik siyasete kısaca "Kemalizm" diyoruz.)
Askeriye açısından bakıldığında, vesayet rejiminin son zamanlarda aksadığı söylenebilir.

***
Hoş o da kesin değil ya...
Medyada ikide bir, "asker istemediği için, şu-bu-o yapılamadı" diye haberler çıkıyor.
Hatta olay hiçbir askeri değeri olamayan binalara kadar uzanıyor.
Hükümet, askere "şuradaki depoyu boşalt, bana lazım" diyor, asker ayak sürüyor.
Bu ilişkinin kritik noktası ise Sayıştay'ın askeri harcamaları denetlemesi meselesi... Gerekli kanunlar ve yönetmelikler hâlâ çıkarılamadı.

***
Ancak vesayeti sürdürecek başka odaklar var. Bunların başında yüksek yargı geliyor.
Bu kurumların ortak noktası şu: Kanunları tamamen kafalarına, yani kendi siyasi meşreplerine göre yorumluyorlar.
"Ali topu at" basitliğinde yazılmış maddeleri bile tersine çeviriyor... "Kanun, Ali'nin topu atmasını emretmiş olsa da... Top, Ali'ye değil, albayıma ait olduğundan, aslında kastedilen Ali'nin topu atmamasıdır" gibi saç baş yolduracak yorumlarda bulunuyorlar.
Yüksek yargının kullandığı bir başka demagoji de, psikolojideki "yansıtma" mekanizmasına benziyor: Kendi kabahatini, karşı tarafa yükleme çabası...
Örneğin Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, geçen gün "Yürütme yargıyı kuşatıyor" deyiverdi.
Halbuki AKP kökenli yürütme, yani Hükümet, Kasım 2002'de iktidara geldiğinden beri, yüksek yargının yaptığı tam da bu!
Yüksek yargı, o tarihten beri önüne gelen her fırsatta, yürütmeyi engellemek için elinden geleni yaptı.

***
Hatta sözlerinde de durmadılar. İşte örneği:
2009'un 8-10 Haziran günlerinde Kızılcahamam Hâkimevi'nde geniş kapsamlı bir çalıştay düzenlendi.
Toplantının amacı yargı reformunun temel stratejisini ve ilkelerini belirlemekti.
Çalıştaya şu kurumların temsilcileri katıldı: Adalet Bakanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Milli Savunma Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği, Türkiye Noterler Birliği ve Yüksek Öğretim Kurulu...
Artık çalıştayda alınan kararları kanunlaştırmak gerekiyor ya... Bir de bakıyoruz, yüksek yargıcılar, 9 ay önce mutabık kaldıkları ilkelerden yan çizmeye başlıyor. Niye?

***
Çünkü reform paketinin iki temel özelliği var:
1) Yüksek yargıyı tamamen bağımsızlaştırıyor. 2) Buna karşılık, yargıdaki bürokratik kastlaşmayı kıracak tedbirler alıyor.
Her iki özellik de Avrupa'daki uygulamalarla bire bir uyumlu.
Yüksek yargının taraflı üyeleri ise, 9 ay önce "tamam" demiş olmalarına rağmen, ilk maddeye vurgu yapıp, ikinci maddeyi hasıraltı etmeye çalışıyorlar.
Çünkü onlar ne reform istiyor, ne de Avrupa'ya benzemek... Onların asıl amacı... Yüz 100 taraflı görüşlerini, yüzde 100 bağımsız biçimde kararlara yansıtarak... Siyaset üzerindeki yargısal vesayeti sürdürmek...
"Alikıranbaşkesenleşmek..."
İşte olayın özü bu!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA