Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Meftunları kullanmak çok kolaydır!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Hindistan ve Bangladeş ziyaretlerini takip ettiğim için bir haftadır Türkiye'de değildim.
Ama tabii vakit buldukça internete girerek haberleri almaya çalışıyordum. Aramızda da konuşuyorduk gazeteci arkadaşlarla:
Şu olmuş, bu olmuş...
Bundan sonra ne olabilir?

***

GK Başkanı'nın "Bildiklerimizi halkla paylaşırız" sözleri, Org. İlker Başbuğ ve arkadaşlarının sıkıntılı günler geçirdiğini gösteriyordu.
Onların durumu da kolay değil: Her dediklerinin yapılmasına alışmış, olmadı mı höt zöt eden, darbeler yapmış, başbakan asmış bir kurum bu.
Artık sivillerin öne geçmesine ve bazı isteklerinin yerine getirilmemesine alışmaları zor oluyor.
Üstelik bu daha bir şey değil: Hele bütçeleri Sayıştay'ın tam denetimine tabi olsun, siz asıl o zaman görün gümbürtüyü.

***

Bir de Danıştay'ın katsayıyı iptal etmesi var...
Bildiğiniz gibi gerek Anayasa Mahkemesi'nin, gerek Yargıtay'ın verdiği bazı kararlar, "Yüksek yargıda, 'Yargıçlar İktidarı' kuruldu" eleştirisine yol açıyordu.
Danıştay'ın katsayı kararı, bu eleştiriye somut bir örnek daha oluşturdu.
28 Şubat (1997) darbe sürecinin başı GK İkinci Başkanı Org. Çevik Bir'in isteğiyle alınmış bir karar bu. (Belgesi yayınlandı.)
Hatta Danıştay önce buna "eşitliğe aykırı" diyerek karşı çıkıyor. Sonra "ne hikmetse" kabul ediyor.
Şunu apaçık görüyoruz: 'Yüksek Yargı'da bu hükümet döneminde alınan kararlara karşı bir önyargı var.
Yüzde 100 bağımsız olmak istiyorlar ki o önyargıyı kimseye hesap vermeden sonuna dek işleme koysunlar.
İktidar karşısında denge kurdukları söyleniyor ya... İnanmayın: Yargı denge kurmaz.
Yargı iktidarın yaptığı işlemlerin kanunlara uygunluğunu denetler. O kadar. İktidar karşısında denge, muhalefet partileri ile kurulur.
AKP'nin ve hükümetin muhalefeti; CHP'dir, MHP'dir, diğer partilerdir... Buna toplumsal muhalefeti de ekleyebilirsiniz.
Yargı, yürütmeye ve yasamaya muhalefet ederse (ki ediyor) tarafsızlığı ve nesnelliği kalmamış demektir.

***

Haberler arasında beni en çok çarpan ise suikasta kurban giden gazeteci Çetin Emeç'in eşi Bilge Emeç'in sözleri oldu:
"Sürekli dinle ilgili tehdit aldığımız için hep 'İran' dedik, 'dinciler' dedik. Çünkü ben Atatürkçü, orduyu seven, vatanperver bir kadınım. O yüzden daha devletime hiç kızmadım ben. Başka gerçeklerle yüzleşmek istemedim. O yüzden hep 'İran' demek işime geldi sanırım. İran'ın yaptığına inanmak istedim." (Sanem Altan'ın mülakatı, Vatan, 13 Şubat)
İnsan ne diyeceğini şaşırıyor bu laflar karşısında.
Çetin Emeç, Uğur Mumcu ya da Ahmet Taner Kışlalı... Biz yıllardır biliyoruz o suikastların devlet içindeki şebekeler tarafından işlendiğini.
Ama ne Bilge Hanım kabullenebildi bunu, ne Güldal Mumcu, ne de Mehmet Ali Kışlalı.
Ya sustular ya da alakasız kesimleri suçladılar. Üstelik gerçeği bile bile, hadi bilemediler, "hissede hissede" yaptılar bunu.
Niye böyle oldu? Cevabını Bilge Emeç veriyor işte: "Ben Atatürkçü, orduyu seven bir kadınım" diyor.
İnsan bir ideolojinin ya da bir kurumun "meftunu" oldu mu, böyle kullanılır işte. Çünkü zordur sevdiğinin kötülüklerini görmek.
(Meftun: Tutkun, gönül vermiş, vurgun, hayran olmuş, şaşırmış.)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA