PKK hareketinin 1984'te parlamasından bir süre sonra, devlet karşı hücuma geçti. Bu tip durumlarda asla şiddet kullanmakla yetinmez devletler. Tepkisini haklı gösterecek söylemler de üretir. Bunlardan biri de karşı tarafı şeytanlaştırmaktır.
Böylece Abdullah Öcalan da barbar, acımasız, kan dökmeyi sever, vahşet tutkunu, bebek katili bir terörist olarak topluma sunuldu. (Burada gerçek değil, imaj önemli.)
1988'de Apo ile ilk röportaj yapıldığında, devlet çılgına döndü. Çünkü Apo'nun insani yönleri (örneğin G.Saray taraftarı olması) ortaya çıkıyordu.
Eğer "şeytan", aslında akla ve tutkulara sahip bir insansa, o zaman bu eylemleri niye yaptığı, hedefinin ne olduğu sorulmaya başlanacaktı. Böylece ağızlara alınmayan 'Kürt Sorunu' öğrenilecek ve tartışılacaktı.
Ama böyle olmadı. Devletin psikolojik şeytanlaştırma operasyonu galebe çaldı. Halkın büyük bölümü Apo'dan ölesiye nefret etti.
Ne var ki dünün başarılı şeytanlaştırma operasyonu bugünü baltalıyor. PKK'yı dağdan indirmek için Apo'nun katkısı gerekiyor. O da zaten bir emirle bunu yapabileceğini gösteriyor.
Ancak devlet, bir kere şeytanlaştırdığı için, Apo ile açık açık pazarlık masasına oturamıyor. El altından birtakım yoklamalar yapılıyor. Bu arada mecburen Kuzey Irak'taki Kürdistan yönetimi ile anlaşma sağlanmaya çalışılıyor. İş uzuyor.
Öte yandan, PKK örgütü, lider olarak Apo'yu tanıdığı için, DTP'yi tınmıyor. Meclis'teki legal partiye değil, İmralı'ya bakıyor.
Sonuçta açılım sürecinde aktif rol alması gereken DTP, hem devlet, hem hükümet, hem de PKK tarafından pasifliğe itiliyor.