Ramazan geldi, hoş geldi! Önceki yıllarda ortaya attığım bir soruyu yinelemek istiyorum: Ramazan niye 'geçmişe ilişkin' bir etkinlikmiş gibi algılanıyor?
Medya okuruna ya da izleyicisine sunduğu her olayı yeniden kurgular, kendince bir çerçeveye oturtarak verir.
Bu açıdan bakıldığında, Ramazan'ın hep geçmişle, anılarla, tarihle, nostaljiyle paketlendiğini görüyoruz.
Reklamlara, TV dizilerine, skeçlere, yazı dizilerine, özel sayfalara, promosyonlara şöyle bir göz atarsanız ne demek istediğimi hemen anlarsınız.
Ramazan hep yitirilmiş, eskide bırakılmış, özlenen bir şey gibi sunulur.
Halbuki Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğu hâlâ oruç tutuyor... İftar vakti ortalık mis gibi pide kokusuyla doluyor... Hali vakti yerinde olanlar arkadaşlarını iftara davet ediyor... Belediyeler iftar çadırları kuruyor...
Teravih namazında camiler dolup taşıyor... Sahurda davul çalma geleneği dahi, öyle ya da böyle, devam ediyor.
Yani eski devirlerle kıyaslandığında çok büyük bir fark yok. Sadece Ramazan, değişen teknolojiye ve yaşam biçimine uyarlanıyor; o kadar.
Mesela bazı dernekler, vakıflar, şirketler beş yıldızlı otellerde iftar daveti veriyor... Eğlence etkinlikleri TV'lere taşınıyor... Ramazan'la ilgili güzel temenniler telefonlarla iletiliyor... Camilerdeki mahyalar çoktandır elektrikle aydınlatılıyor...
Yani Ramazan eskide kalmış, unutulmuş, manevi açıdan güdük kalmış bir değer değil ki!
Modern yaşamın baş döndürücü, allak bullak edici etkisine rağmen, nüfusun büyük çoğunluğu Ramazan'ı hâlâ heyecanla karşılayıp ferah bir gönülle yaşıyor.
Ama bizim medya ısrarla ramazanı eskitiyor. Nostaljileştiriyor.
Niye böyle yapıyoruz? Ne gerek var?
Ne yalan söyleyeyim, bunun nedenini tam olarak anlayabilmiş değilim.