Denir ki anı kitapları okumaya başlamak, yaşlanma belirtisidir. Yalan değil. Deniz kenarında, şezlongda, tente ya da ağaç altında 'yaz kitapları' okuyanlara bakın. Genç ya da orta yaştaki bu insanların; çoğunlukla roman ve öyküleri tercih ettiklerini göreceksiniz.
Geçen yıl Orhan Pamuk'un 'Masumiyet Müzesi' vardı ellerinde, bu yıl Elif Şafak'ın 'Aşk'ını okuyorlar.
Biyografi ve otobiyografileri ise genellikle yaşlanmaya yüz tutanlar okuyor.
Bunlar sağlıklı ve huzurlu bir yaşamın ötesinde, gelecekten fazla bir beklentisi olmayan kişiler. Genel kanı böyle.
(Tabii tarihçileri, toplumbilimcileri bir yana ayırıyoruz, anılar işlerinin parçası.)
***
Evet, durum böyle...
Ama bana kalsa, bu gerçeği değiştirmek üzere harekete geçer ve anı kitaplarını zorunlu eğitimin parçası haline getiririm.
Yani eski kuşakların başlarından geçenleri, insanlar yaşlandıklarında değil, daha gençken, hatta ilkokul çağında öğrenmeli.
Deneyimlerin bir kuşaktan diğerine aktarılmasının bir yolu da budur. Böyle olmalıdır.
Örneğin etkili bir siyasetçinin ya da ünlü bir şirket yöneticisinin, kendine has sorun çözme tekniğini, 60 yaşından sonra öğrenmenin ne faydası var?
Biz o tekniği gençken, hatta daha çocukken öğrenmeliyiz ki hayatta da kullanalım ve geliştirelim.
***
Örneğin bu yıl TBMM Onur Ödülü'nü alan Prof. Kemal Karpat'ın anıları... ('Dağı Delen Irmak', nehir söyleşi: Emin Tanrıyar, İmge Yay.)
Kemal Karpat, II. Dünya Savaşı'ndan sonra bin bir zorlukla üniversite öğrenimi için ABD'ye gidiyor.
Seattle'da okurken para da kazanması gerek. Ne yapmalı? Bakıyor ki kampustaki bir panoya, kısa süreli eleman arayanların ilanları asılmakta.
Bunlar arasında bahçe işleri de var:
Dikmek, kesmek, budamak, aşılamak, çiçek yetiştirmek...
Küçüklüğü Dobruca'nın (Romanya) köylerinde geçtiği için bunları bilen Karpat, hemen başvuruyor. Bir, iki derken adı ustaya çıkıyor. Böylece o dönem hiç işsiz, yani parasız kalmıyor.
Kıssadan hisse: Çocukken edindiğiniz becerileri yabana atmayın. Beklenmedik bir anda onlara ihtiyaç duyabilirsiniz.
***
Son günlerde okuduğum bir başka kitap da 1960 ve 70'lerin ünlü siyasetçisi, eski Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli'nin anıları ('Yalnız Demokrat', nehir söyleşi: İhsan Dağı ve Fatih Uğur, Timaş Yay.)
Kitabın her sayfasında, siyasete ilişkin başka bir ipucu yer alıyor. İşte bunlardan biri:
Ferruh Bozbeyli, dönemin CHP Başkanı İsmet İnönü'ye bir olayın aslını soruyor. İnönü laf arasında şunu söylüyor:
"Ben bir şeyi tahkik ederken bir güvendiğime, bir de şüphelendiğime vazife veririm."
Buradaki amacın sadece olayı farklı açılardan öğrenmek olmadığını Bozbeyli şöyle anlatıyor:
Süleyman Demirel de (kendisine muhalif olan) Sadettin (Bilgiç) Bey'i zaman zaman bazı işlere sokardı. Bununla iki şey yapardı. Birincisi, onu meşgul ederdi. İkincisi de partiye karşı, "Bakın ben hüsnü niyetimi gösteriyorum. Ayrılık gayrılık olmasın" görüntüsü verirdi...
Kıssadan hisse: Akıllı yönetici, karşıtlarını dahi kendi amacı için kullanabilen yöneticidir.