Geçen gün ABD'de yapılmış çok ilginç bir deneyi okudum. Bir grup üniversite öğrencisi 'sözde' ileri teknoloji ürünü bir kulaklığı denemek üzere toplanıyor.
Grup üçe ayrılıyor. Önce hepsine müzik dinletiliyor.
Ardından da yine tüm öğrenciler, üniversite eğitim harçlarının 587 dolardan 759 dolara çıkarılması gerektiğini öne süren bir radyo yorumuna kulak veriyor.
Ancak bu radyo yorumunu gruplar farklı biçimlerde dinliyor. Birinci grup radyoyu dinlerken kafasını öne ve arkaya doğru hızlı hızlı sallıyor.
İkinci grup aynı şeyi dinlerken kafasını sağa ve sola sallıyor.
Üçüncü grup ise hiçbir şey yapmadan, hareket etmeden yorumu dinliyor.
Daha sonra tüm öğrencilere bir anket yapılıyor. Sorular dinlenen şarkının kalitesine, baş sallamanın sese olan etkisine filan ilişkin. Anketin sonunda bir soru daha var: "Sizce üniversite harçları kaç dolar olmalı?"
Ve inanılmaz bir sonuç çıkıyor ortaya: Üniversite harçlarının 587 dolardan 759 dolara yükseltilmesi gerektiğini öne süren radyo yorumunu, başlarını hareket ettirmeden dinleyen öğrenciler, bu yorumdan etkilenmiyor. Harçların 582 dolar olması gerektiğini söylüyorlar.
Başlarını 'hayır' dercesine iki yana sallayan ve bunu yaparken kulaklığı test ettiğini sanan grup ise radyo yorumuna karşı çıkıyor ve harçların 467 dolara indirilmesi gerektiğini öne sürüyor.
Buna karşılık, söz konusu yorumu, başlarını 'evet' dercesine öne ve arkaya sallayarak dinleyen grup eğitim harçlarının 646 dolara yükseltilmesi gerektiğini söylüyor! Ne kadar ilginç değil mi? Başını öne ve arkaya sallamak gibi gayet basit bir hareketi yapıyor olmak, insanların ceplerinden daha fazla para çıkmasına yol açacak bir düzenlemeye onay vermelerine yol açabiliyor. Biz insanlar kendimizi özgür, serbest, kendinin bilincinde yaratıklar olarak tasavvur ederiz. Halbuki bu deney inanılmaz derecede etki altında kalabileceğimizi... Hem de bu etkinin, basit bir baş hareketi dahi olabileceğini gösteriyor.
***
Yukarıda özetlediğim deneyi, Malcolm Gladwell'in 'Kıvılcım Anı: Küçük Şeyler Nasıl Büyük Farklar Yaratır' (Salyangoz Yay.) adlı kitabında okudum.
'Kıvılcım Anı' bana, zihnimi kurcalayan bir başka sorunun da cevabını verdi: Çocuklar kimilerinin iddia ettiği gibi TV'yi büyülenmişçesine mi izliyor? Eğer öyleyse, nasıl oluyor da bir yandan TV izleyip, bir yandan bir şeyle oynayıp aynı anda da ana babalarına laf yetiştiriyorlar? Onun da araştırması yapılmış. Sonuç: Çocuklar asla TV'ye dalıp gitmiyor. Dikkatlerini farklı etkinlikler arasında dağıtıyorlar.
Çocuk, TV'deki programa kendince bir anlam verirse, izlemeyi sürdürüyor. Aksi halde sıkılıp bırakıyor.
Sanılanın aksine çocuklar gayet 'seçici' bir biçimde TV'yi izliyor. Programın önem verdikleri, hoşlandıkları bölümlerine bakıyor, sonra hızla dikkatlerini başka bir şeye (yemek, oyuncak, anne baba sohbeti, vs.) yönlendiriyorlar.
Bir başka ilginç sonuç: Birkaç kişinin aynı anda konuştuğu, büyüklerin merakla izlediği tartışma programları çocukları çekmiyor. Çünkü atışmalar, laf çakmalar, çocukların zihnini karıştırıyor, bu da ilgilerini kaybetmelerine yol açıyor.
Hani bazı insanlar reklamlardaki ' cinselliğe' gönderme yapan kelime oyunlarına, esprilere filan kızıp "Çocuğumu koruyun" diye
RTÜK'e başvuruyor ya... Bu aslında gereksiz bir tepki. Çünkü okul öncesi çağda çocuklar o kelime oyunlarını zaten anlamıyor. Çünkü ancak dolambaçsız mesajları kavrayabiliyorlar.
Gladwell'in kitabı sürprizli verilerle, şaşırtıcı anekdotlarla dolu.