Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Dayak atan öğretmenler

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilim Fakültesi'nden Prof. Dilek Gözütok, araştırma görevlisi Oğuz Er ve Cem Karacaoğlu, 'öğrenciye dayak' konusunu 'karşılaştırmalı' biçimde inceledi.
Ankara'daki 6 okulda yürütülen çalışmada, 1992'deki durum ile 2006'dakiyle karşılaştırıldı.
Öğretmenlerin gözde kişisel cezalandırma yöntemleri şöyle:
Kulak çekme, saç çekme, tokat atma, başı sıraya ya da duvara vurma, sopayla vurma, tebeşir-silgi fırlatma, tekme atma, çok şiddetli dövme ...

***
Ben liseyi 1970'li yıllarda, Kadıköy Maarif Koleji'nde (sonra Kadıköy Anadolu Lisesi oldu) okudum. Kalburüstü bir okuldu. Şimdi olduğu gibi sınavla girilirdi. Bugünden bakarak (da) söylüyorum: Hocalarımız hiç de fena değildi.
Yine de yukarıda sayılan cezalandırma biçimlerinin çoğuna, bazı nüanslar haricinde, şahit oldum. Bir kısmı benim de başıma geldi.
Mesela sopayla vurma ya da çok şiddetli dövme uygulanmazdı. Direkt tekme yerine, ' Şimdi tekmeyi basarım ha' biçiminde korkutma-tehdit olurdu.
Galiba kulak çekme de azdı. Onun yerine öğrencinin saçına, daha çok da erkek öğrencinin favorisine asılma pek boldu.
Sopa yerine cetvel kullanılırdı. Gürültü yaptım diye matematik hocası kocaman bir ahşap gönyeyle elime vurmuştu. Gönye ekli parçalardan yapıldığı için dağılmıştı. Hoca bunları yerden toplarken biz de kıkırdamıştık.
Başı duvara ya da sıraya vurma ise öyle ' küt!' diye yapılmaz, hani şöyle ' sürtme', ' hafifçe ezme' biçiminde uygulanırdı.
Tebeşir ve silgi atma yaygındı. Arka sıralarda şamata yapanların kafasında yumuşak tahta silgisi patlar, beyaz tebeşir tozu lacivert ceketin fiyakasını bozardı. Öğrenciye tokat atma pek az ve hafif olurdu. Yine de bizim için karizmayı gerçekten çizen bir cezaydı.
Bugünden geçmişe baktığımda şunu söyleyebilirim: Bu cezaların hiçbiri ' travmatik' değildi. Yani ruhumuzda iyileşmez yaralar açmadı. Çünkü kabahatli olduğumuzu bal gibi bilirdik. Ya da hocayı mazur görürdük.

***
Beni en çok sinirlendiren ve bugün dahi affetmediğim ceza işe bir tarih hocasının verdiğiydi: Cevapları yazdığımız dosya kağıtlarına teker teker bakar, arkasında önünde kopya bulunmadığına kanaat getirdikten sonra kırmızı kalemle paraf atardı. Bu parafın olmadığı kağıt geçersiz sayılırdı.
Bir sınavda ikinci kağıdı götürdüm. Ayaktaydı. Avucundan destek alarak paraf attı.
Sonuçlar geldi. 'Sıfır' almıştım. Niye? Çünkü adam kendi eğri büğrü parafını tanımamış; onunkini taklit ettiğime karar vermişti. Beni disiplin kuruluna verdi. Ceza almadan kurtuldum.
Onca yıl geçti, bu olayı hatırladıkça hâlâ sinir olurum. Çünkü tamamen onun hatasıydı. Kendi beceriksizliğini, takıntılarıyla harmanlayıp bize püskürtüyordu.
Üstelik nevrozunu, sanki 'doğrusu, iyisi, güzeli' oymuş, her öğretmen böyle davranmalıymış gibi sunuyordu. Biz ise öğrenciler olarak onun ruhen ne mal olduğunu biliyor; çaresiz tahammül ediyorduk!

***
Not: Bu yazıdan asla "Demek ki okullarda ve okul civarında meydana gelen öğrenciler arası şiddet olaylarının ardında öğretmenler de var" sonucunu çıkarmayın. O ayrı bir konu. Öğrenci şiddetinin kaynakları başka. Bunlar arasında: Velilerin umursamaz tavrı, sevgisizliği, çocuğuyla diyalog kurmaması. Okulu çocuğun vakit geçireceği bir yer olarak görmeleri... Hızlı kentleşmenin, işsizliğin ve uyuşturucu kaçakçılığının yarattığı çeteler... Ve hatta bazı siyasi tezgâhlar bulunuyor...

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA