Bugün renklerle ilişkimizden gidelim... Elinizde bir ürün var. Talep az. Kıvranıyorsunuz. Sonra rengini değiştiriyorsunuz. Ve mucize! Bir anda parlayıp, rakiplerini solluyor.
Mümkün mü? Mümkün! Reklamcılık tarihi bunun örnekleriyle dolu. Bunlardan birini 1960'lardan 80'lere Amerikan reklamcılığının önemli adlarından olan Mary Wells Lawrence anlatıyor.
Braniff Havayolları ile anlaşıyorlar. Önce havaalanlarını geziyorlar. Tabii o zaman işler şimdiki gibi değil. Alanlar cezaevlerini, kışlaları andırıyor. Bekleme salonundan tuvaletine her yer gri, siyah... Uçaklar da farklı değil. Onlar da ya metalik renkte ya da beyaz.
Özetle o dönemde havaalanlarında ve uçaklarda zevk yok, neşe yok, zeka yok. Koca Bir Hayat (MediaCat Yay.) adını verdiği anı kitabında anlattığına göre önemli bir şeyin daha farkına varıyorlar: Renk yok!
Ve çok çarpıcı bir kampanyaya başlıyorlar. Braniff'in uçaklarını kırmızıya, maviye, yeşile, sarıya boyuyorlar.
Tabii hosteslerin giysilerini, kontuarların rengini filan da değiştiriyorlar. Sonuçta Braniff şenlikli, güler yüzlü, samimi bir imaj kazanıyor. Gazeteler günlerce havadaki renk cümbüşünden söz ediyor. Yolcular bayılıyor bu işe. Hatta bazıları, futbolcu resimleri biriktiren çocuklar gibi uçak renklerini tamamlamaya çalışıyor: "Şimdiye kadar mavi, yeşil ve sarıyla uçtum; acaba kırmızı uçağınızda yer var mı?"
İşin ilginci reklamcılar bütün bu numarayı halktan gizleme çabasına da girmiyorlar. Tersine, "Sizi varacağınız yere daha çabuk götürmüyoruz... Size öyle geliyor" diyorlar. Eski tarz uçaklara 'sıradan' deyip onların devrinin geçtiğini söylüyorlar.
Sonuç: Zamanı gelen bir fikrin önünde kimse duramıyor. Braniff International Havayolları şirketinde yolcu patlaması oluyor.
Soru: Hiç düşündünüz mü? Ya sizin hayatınızdaki renkler ne durumda?