Maç başladı, bitti; hangi takım hafta içinde maç yapmış, 90 dakikayı 10 kişi oynayıp Avni Aker'e çıkmış, anlamadık.
Evet, maçı kazandıran atılan goller.
Ama sadece iki değişiklik ile böyle bir rakip karşısında Fenerbahçe'yi takım olarak böylesine diri kalmasını sağlayan ekip de bu maçı kazandıranlardan. Skordaki denge 11'de bozuldu. Onur ile Bamba anlaşamadı, durup-dururken top ağlara gitti. 3 dakika öncesinde Egemen'in çizgiden çıkardığı top vardı. Gördük ki, top çizgiyi geçiyor. Ve yine gördük ki, en gerideki defans oyuncusunun hizasında kalması gereken yardımcı, orada Egemen dururken orta sahaya doğru koşuyor. Ne demek bu? Golü kim vermedi, karar neye göre verildi? O gol maçın akışını değiştirebilir miydi? İki takımın genel görüntüsüne baktığınız zaman "hayır"... Ama bu tip maçların direksiyonu böyle kırılma anlarıdır diye düşünürsek; "evet"... Trabzon maçı ile dört etti. Bu maçlardaki Fenerbahçe'yi ortaya koyduğu akıl, oyun disiplini, konsantrasyon yüksekliği ve kazanma arzusunun varlığıyla uzun zamandır görmedik. Hem oyun kalitelerini, hem de Aykut Kocaman'ın çok istediği pas yüzdelerini yukarılara taşıdılar. Gol yememeye başladılar.
Defansif kurguda mükemmele yaklaşırken, ön tarafta hala uyum problemleri var. Zamanla aşılması gereken.
Çıkan mesaj şudur aslında; Ağabey mahalleye geri dönüyor.
Gökhan bir başkalaştı. Kuyt takımın kalbi, Emre aklı olmaya devam ediyor.
Baroni'nin kaçak ikili mücadeleleri, sahaya koyduğu fedakarlık oranını düşük gösteriyor bize. Ama skora katkı yapması da O'nu maçın adamı adayları arasına sokuyor. "En az rakibin kadar koşacaksın"... Maçı kazandıracak ilk formüldür. Dün topun peşinde koşan Trabzonspor olunca, yeni bir yorum noktası da yakaladık. "Diri kalan ve topa sahip olan şansını arttırır." Her maçın hikayesi farklı.
Avni Aker ve Trabzon şehri sakin kalmayı başaran, böylesine gerilim ve beklenti dolu maçta, örnek olan bir başka faktördü. Sahaya atılan maddeler güzel değil elbette. Fakat bu büyük taraftar grubu, tahrik edilmediğinde ne kadar farklı olduğunu gösterdi herkese.