Ortadoğu'da yaşanan sistemik değişimlerin yarattığı kaotik ortam devam ediyor. Bu ortamda bölgesel ve küresel aktörler bir yandan bölgenin yeni gerçeklikleriyle yüzleşirken, diğer yandan da bölgenin arkaik gerçekliklerine hayat üfleyebilme çabası içerisinde. İran, Irak ve Suriye... "Bahar"ın sancılı devam ettiği Ortadoğu'da "mezhep savaşı" ilkelliğini ihya edecek güç oyunlarına maruz kalmış veya bırakılmış, Türkiye'ye komşu bu üç ülke, birbiriyle bağlantılı fay hatları üzerinde yer almakta ve Türkiye bu ülkelerdeki sarsıntıdan doğrudan etkilenmektedir. Bu ülkelerdeki güç oyunları ve nüfuz kavgası ister istemez Türk dış politikasının bölgedeki politika alternatiflerini kısıtlamaktadır. Bu yönüyle, eş zamanlı ele alınması gereken meydan okumalar bütünü, Türkiye'nin Arap Baharı'nda fazlasıyla ihtiyaç duyulan enerjisinin bir kısmını tali yollarda harcamasına sebep olmaktadır.
Maliki "zamanın ruhuna" aykırı
Irak Başbakanı Nuri El-Maliki'nin son çıkışlarını da bu açıdan okumak gerekiyor. ABD'nin "çekilmesi" sonrasında, Başbakan Maliki'nin zaman kaybetmeden bir güç konsolidasyonu içine girmesinin ülkesi için kaotik, kendisi açısından rasyonel bir tarafı olduğu ortada. Başbakan olduğundan beri güç boşluklarını doldurma maharetine sahip olduğunu kanıtlayan Maliki, işgal süresince kurduğu silahlı milisler ve girdiği ittifaklarla zaten ABD sonrasında "güçlü" bir iktidar kuracağının sinyallerini vermişti. İronik olan zamanlamaydı. Totaliter rejimlerin ve liderlerin hedef alındığı Arap Baharı sürecinde Maliki'nin giriştiği güç kavgası, bir yandan "zamanın ruhuna" aykırılık teşkil ederken, diğer yandan da bölgeyi en son ihtiyaç duyduğu gereksiz bir gerginliğe sürüklemektedir. Siyasi gruplaşmaların etnik-mezhepsel düzlemde olduğu Irak'ta bu çatışma otomatik olarak mezhepsel çatışmanın zeminini hazırlamaktadır.
Meselenin belki de en hazin tarafı ise Maliki'nin Irak'taki siyasi etkinliğinin kemmiyeti sorgulanabilecek olan Türkiye'yi bu süreçte ismen zikretmesi ve tabiri caizse hedef tahtasına oturtmasıdır. Bir diğer trajik nokta ise halen BM Anlaşması'nın 7. maddesi kapsamında egemenlik hakları kısıtlı olan Irak'ın başbakanının Türkiye gibi Irak'ın istikrarına ve ulusal uzlaşmasına stratejik sebeplerden ihtiyaç duyan bir ülkeyi egemenlik ihlali yapmakla itham etmesi ve çatışma zeminine çekmeye çalışmasıdır.
Irak ordusunun temsil kabiliyetinin sorgulandığı ve Maliki'nin güç konsolidasyonunun açıkça gerçekleştiği bir zamanda, Irak ordusuna 11 milyar dolarlık silah ve askeri eğitim programı satacak olan ABD'nin pozisyonu da dikkatle izlenmeli. Maliki'yi sadece İran'la özdeşleştirmek doğru olmadığı gibi, tamamen ABD'den ayrı düşünmek de doğru olmaz. Her ne kadar Arap Baharı sürecinde Türkiye ile birçok konuda paralel hareket ettiği iddia edilse de ABD, Irak konusunda Türkiye ile aynı frekansta değil. Bölgede otoriter liderlerle çalışma konusunda deneyimli olan ABD, Irak'ta da stratejik çıkarlarını koruyacak ölçüde diyalog kurabileceği "güçlü" bir lidere "hayır" demeyecektir. Otoriterleşme sürecinde meydana gelecek çatışma ortamı, ABD'nin Irak'taki varlığına da meşruiyet kazandıracaktır. Bu sebepten ABD'nin Türkiye'nin Irak konusundaki haklı endişelerini paylaşmasını beklememek gerekir.
İran, Irak ve Suriye ittifakı
Irak'taki gelişmeler Suriye ve İran'dan bağımsız da okunmamalı. Türkiye'nin Suriye ile meşgul olduğu bir zamanda Maliki'nin Türkiye'yle yapay bir kriz çıkarma çabası oldukça anlamlı. Esed'in "zaferimiz yakındır" minvalindeki konuşması, İranlı bazı yetkililer tarafından Türkiye'ye yönlendirilen eleştiriler, Maliki'nin cüretkâr açıklamalarıyla örtüşmektedir. Diğer bir deyişle nasıl nükleer mesele ve askeri operasyon dedikoduları ile İran'a Suriye konusunda baskı oluşturulmaya çalışılıyorsa aynı şekilde Irak ve İran'la yapay krizler yaratmak suretiyle Türkiye'nin Suriye politikası hedef alınmaktadır. Bu yolla İran, Irak ve Suriye "tamponlarını" muhafaza etmeye, Maliki iktidarını pekiştirmeye, Esed rejimi ise hayatta kalmaya çalışmaktadır. Bütün bu çıkar ittifakından ise bu ülkeler için kısa vadeli siyasi kazanımlar, bölge için ise uzun vadeli çatışma ve kaos çıkmaktadır.
Irak'ta İran ve ABD ile, Suriye'de İran ve Irak ile, İran'da ise ABD ile farklı yaklaşımlara sahip olan Türkiye, krizin norm haline geldiği Ortadoğu coğrafyasında kriz önleyici, meşhur tabirle proaktif, hareket etmeye çalışmaktadır. Fakat krizler üzerinden nüfuz genişleten bölgesel ve global aktörlerin, Türkiye'nin bölgenin "normları" üstündeki yaklaşımlarını sağlıklı bir şekilde okuduklarını ve takdir ettiklerini söylemek mümkün değil. Türkiye bölgede "zamanın ruhunu" temsil etmektedir. Bu nedenle "normlar" üstü yaklaşıma sahip olması gerekir. Bu durumun elbette Türkiye için maliyeti olacaktır, fakat Türkiye'nin bu yapıcı yaklaşımı orta ve uzun vadede hem kendi hem de bölge çıkarınadır. Bu zor süreçte Türkiye'nin yapması gereken, yapay tartışmalardan uzak durup kısıtlı imkân ve enerjisini verimli ve yerinde kullanmaktır.