Türkiye'nin artık sayısını bile hatırlamadığımız yeni anayasa yapma girişimi Kasım 2013 itibariyle bir kez daha sonuçsuz kaldı. Yeni bir anayasa yapmak üzere 2012 seçimleri sonrasında mecliste oluşturulan komisyon fiilen feshedilmiş oldu. Bu hazin son aslında 2013 başında bekleniyordu.
Erdoğan'ın muhalefeti 'yeni anayasa yapmaya niyetiniz yok' sıkıştırmalarıyla, komisyonun ömrü bir yıla yakın uzatılmış oldu.
Peki, niçin bütün toplumsal kesimleri temsil eden siyasi partiler yeni bir anayasa yapamıyorlar. Öncelikle metodolojik bir sorun var. Anayasa komisyonunda 300'ün üstünde milletvekili olan AK Parti de 30 civarında milletvekili olan BDP de eşit sayıda üye ile temsil edilmekteydi.
Ayrıca her bir maddenin kabul edilmesi ancak bütün partilerin onayıyla mümkündü.
Yani tam uzlaşma olmadan bir maddenin geçmesi mümkün değildi. Bu oldukça eşitlikçi görünen anayasa yapım metodolojisi bir yönüyle anayasa yapamamanın da en kolay garantisiydi. Yani komisyondaki bir siyasi parti eğer bir maddenin geçmesini istemiyorsa hayır diyerek diğer üç siyasi partinin oylarını anlamsız kılma gücüne sahipti. Nitekim bu metodoloji anayasadaki asıl tartışma konusu olan maddelerin komisyonun gündemine bile gelmesini engelledi.
Diğer bir temel sorun ise komisyonu oluşturan maddelerin toplumsal sözleşmenin ana metni olacak anayasa konusunda tamamen farklı dünya görüşlerine sahip olmaları. CHP parti kimliğini neredeyse tamamen anayasada değiştirilmesi gereken maddeler üzerine bina eden bir parti.
CHP'nin, partisinin ana ilkeleri olarak saydığı laiklik ve ulusalcılık 1980 darbecileri tarafından yazılan anayasanın asıl ruhunu oluşturuyor. Yani başka bir deyişle CHP açısından yeni bir anayasa demek CHP'nin kendi temel ideolojik zeminini de değiştirmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla CHP için yeni anayasa sorunu bir yönüyle yeni CHP sorunu anlamına gelmektedir. CHP devlet-vatandaş, asker- sivil ve devlet- din ilişkileri başlıklarını kendisine 'kırmızı çizgi' ilan ederek anayasa komisyonuna girdi. Bu maddelerde değişim olmadan yeni bir anayasa olması da zaten mümkün değildi.
Komisyondaki diğer bir muhalefet partisi ise milliyetçilik üzerinden kimliğini oluşturan MHP.
Milliyetçi Hareket Partisi parti ideolojisini ve siyasetini büyük ölçüde anayasada devlet-vatandaş ilişkilerini düzenleyen etnik temele yaslamış durumda.
MHP anayasada 'Türklük' vurgularını siyasi söyleminin merkezinde tutuyor. Dolayısıyla tıpkı CHP gibi MHP açısından da yeni ve demokratik bir anayasa kendi dünya görüşüyle ters bir çaba anlamına geliyor. MHP'nin antidotu olarak Barış ve Demokrasi Partisi ise sadece Kürt meselesine odaklanan bir yaklaşım sergiliyor. Bazı 'ütopik' talepleri bir kenara bırakılırsa demokratik bir anayasaya katkı verecek taleplerde de bulunuyordu.
AK Parti bu üç muhalefet partisinin kırmızı çizgileri arasına sıkışmış bir şekilde orta yol bulmak için uğraşmaktaydı. Özellikle darbe anayasasının jakoben maddelerini tamamen atmak, bu mümkün değilse, en azından etnik vurgusundan kurtarmak için çaba verildi. Maalesef olmadı. 2013 anayasa tecrübesi hem metodoloji hem de siyasi partiler açısından acı bir tecrübe olarak kaldı. Önümüzdeki günlerde üzerinde mutabık kaldıkları maddeler değişse bile yeni anayasa umudu 2015 seçimleri sonrasına kalmış oldu.
AK Parti ve demokratikleşme yükü
Yeni bir anayasa yapamamanın siyasi maliyeti nedir? Ortaya çıkan en temel maliyet devletin tam anlamıyla konsolidasyonunun, toplumun ise büyük ölçüde normalleşmesi sürecinin uzamasıdır. Diğer bir sonuç ise Türkiye'nin demokratikleşme yükünün tamamen AK Parti'nin sırtına kalmasıdır. AK Parti bu yükü son on yıldır ayağında anayasa prangası olmasına rağmen taşıdı. Bugün gelinen noktada birçok demokratikleşme adımı de facto durumlar yaratılarak ya da büyük siyasi riskler alınarak hayata geçirildi. Bunlar içinde en büyük riskli adımlardan birisi de 2010 kısmi anayasa değişikliğiydi.
Başka bir deyişle son on yıldır bir imkânsız proje hayata geçirildi. Yeni Türkiye temelinden değil adeta çatısından başlanarak aşağıya doğru dönüştürüldü.
Ama maalesef dönüşen binanın üzerine oturduğu zemin oldukça sorunlu.
Eğer anayasadaki toplumsal barışı ve devlet konsolidasyonunu engelleyen maddeler kalkmaz veya değişmezse, AK Parti'nin önümüzdeki yıllarda bazı yasal düzenlemeler, mevzuat değişiklikleri ve kurum rehabilitasyonları dışında yapısal demokratikleşme adımları atabileceği fazlaca bir alan kalmayacak. Kaldı ki hayata geçirilen demokratikleşme adımları da birçok farklı yoldan anayasadaki maddelerin etrafında dolaşmak zorunda kalmaktadır. Ortaya çıkan yeni Türkiye binasını eski vesayetçi temelin taşıması mümkün değildir.
Türkiye'nin demokratik kazanımlarından dönmesinin de mümkün olmadığını kabul ediyorsak değişmesi gereken artık bina değil temeldir. Muhalefet yeni Türkiye'de anlamlı bir aktör olmak istiyorsa statükonun temelindeki bodrumdan çıkmak zorundadır. Aksi takdirde toplumsal normalleşmenin ortaya çıkardığı yeni Türkiye'ye uyandıklarında bugünden çok daha derin bir adaptasyon krizi yaşayacakları muhakkak.