2009 Açılım süreci ve 2013 Çözüm süreci sırasında 'süreç çöktü kampının' oldukça etkin 'göründüklerini' kabul etmek gerekiyor. Neredeyse eskatolojik bir dünyanın içinden konuşan bu kamp, 2009 Açılım sürecindeki etkisine bugün sahip değil. 'Süreç çöktü kampı' büyük ölçüde PKK ve sol-liberal dünyanın içinden konuşmaktadır. Yani açılım ve çözüm süreçlerine kategorik olarak karşı olan Türk milliyetçisi veya Kemalist dünyaların itirazlarının gerekçeleriyle arasında ciddi mesafe olduğu farz edilmektedir.
2009 Açılım süreci sırasında yükselen tepkilerin büyük bir kısmı 2013 Çözüm sürecinde de devam etti. Ama aynı toplumsal ve siyasal etkiyi uyandırmamaktadır. Bunun temel sebebi 2013 Çözüm sürecinin halkın ezici çoğunluğu tarafından benimsenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki 2009 Açılım sürecinin tamamen başarısız olduğunu söylemek de imkansızdır. Aksine 2009 süreci Türkiye'de yıllar süren karartmadan sonra Kürt meselesinin resmen tanınması sürecidir. 10 Kasım 2009'da Erdoğan tarafından ilk kez sorun resmi düzeyde meclise taşınarak tartışılma imkanı bulmuştu. Başka bir deyişle, 2009 süreci, Kürt meselesine dair siyasal ve toplumsal bir pedagojik oryantasyon imkânı sağlamıştı.
2009 Açılım süreci, toplumsal kesimlerin ve devletin Kürt meselesiyle ilk kez açıktan çözüm başlığıyla 'resmen' yüzleşmesiydi. Tam da bundan dolayı arzulanan toplumsal destek tam anlamıyla ortaya çıkmamıştı. Benzer şekilde devlet de bu 'yeni dünyaya' adapte olmakta ciddi sıkıntı yaşıyordu. PKK cenahı ise kısa sürede en iyi bildiği ve kendisini en güvende hissettiği alana yani silaha sarılmakta gecikmemişti.
Açılım süreci öncesinde, en son 28 Mayıs 2009'da Çukurca'da Hantepe'de eylem yapan PKK; 2009 sürecine ancak altı ay sabredip 7 Aralık 2009'da Reşadiye'de süreci doğrudan hedef alacak kanlı bir saldırı yapmıştı. Açılım süreci anlamsız hale gelmiş, son otuz yıldır Kürt meselesinde ne yapılıyorsa o yapılmaya tekrar başlamıştı. PKK konforlu 'silahlı dünyasına', sol-liberal entelektüel cemaat huzur buldukları 'şikâyet siyaseti dünyasına', Kemalistulusalcı siyaset 'bölünüyoruz dünyasına', iktidar ise hayal kırıklığı içinde yeni bir arayış içerisine geri dönmüştü. Bu aktörlerden bir tek AK Parti 2010 Anayasa hamlesiyle 'eski dünya girdabına' düşmeyecek proaktif bir adım atmayı başarmıştı. AK Parti'nin pozisyon değiştirme ve siyaset üretme kapasitesini canlı tutma becerisi 2013 Çözüm sürecinin de başlamasına yol açtı.
2013 Çözüm süreci fiilen 27 Aralık 2012'de Başbakan tarafından ilk kez telaffuz edildiği andan itibaren endişeli aktörler teyakkuza geçti. Önce sürecin 'nasıl yürümeyeceğini' anlattılar. İşin içinde Öcalan olduğu biraz daha net bir şekilde ortaya çıkınca sürecin 'nasıl olması gerektiğini' dikte etmeye başladılar. Süreçte Öcalan'la ciddi mesafe kaydedildiği öğrenilince, hiç bir dayanağı olmayan muhayyel 'Kürtler rahatsız' söylemini dillendirdiler. Halkın büyük kısmının sürece destek verdiği her geçen ay biraz daha netleşince Türkiye'yi unutup 'Suriye'deki gelişmelere' odaklandılar. 'Rojava' kurgusu Barzani'ye çarpınca Esed'i aratmayan 'El-Kaide tehdidine' sarıldılar. 2013 Çözüm sürecinde üzerinde mutabık kalınan aşamaların konuşulmaması için savrulmadık yer, kullanılmadık argüman bırakmadılar. Çözüm sürecinin oluşturduğu baskı karşısında siyaset üretmekten, siyaset üretilemiyorsa bile sürecin yol haritasını takip etmekten hep imtina ettiler.
Son tahlilde sürecin hitama ermesi için ilk adım olan 'PKK'nın Türkiye'den çekilmesi' hayata geçmemiş durumda. Başka bir deyişle 'süreç çöktü kampının' elindeki tek sermaye PKK'nın tekrar hızlı bir şekilde teröre sarılma potansiyelinden başka bir şey değil. Bu durum ise tam anlamıyla siyasal bir halüsinasyondan ibaret. PKK'nın kendi dünyasında tedhiş eylemleriyle anlam kazandığını düşünmeye devam ettiği muhakkak. Son tahlilde, son otuz yıl boyunca, bütün Ortadoğu ve Türkiye derin dönüşümler yaşarken, ne ideolojik ne örgüt yapısı ve liderliği ne de taktikleri anlamında değişmemiş bir yapıdan bahsediyoruz. PKK'nın çözüm sürecinin karşısına silahlarla çıkarsa neler olacağını herkesten çok daha iyi bilmektedir.
21 Mart 2013'te Öcalan'ın mesajının ortaya çıkmasıyla birlikte önce mesajın içeriğiyle kapalı bir mücadeleye giren Kandil, 2013 sonunda ise Öcalan'la ismi konulmamış bir vekalet mücadelesi veriyor. Bu mücadelenin alanı bazen Suriye oluyor bazen BDP'nin aktörleri veya izlediği siyaset. Son tahlilde PKK bitmiş bir çözüm sürecinde değil devam eden süreçte anlamlı bir aktör olarak var olabileceği gerçeğiyle yüzleşmek zorunda.