12 Ağustos 2005 Diyarbakır konuşmasında "Kürt sorunu bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunudur. Bu sebeple 'Kürt sorunu ne olacak?' diyenlere diyorum ki, bu ülkenin başbakanı olarak, o sorun, herkesten önce benim sorunumdur" diye seslenen Erdoğan, Cumhuriyet tarihinde bir ilke imza atmıştı. Retorik düzeyde bile sorunu tartışmanın, isimlendirmenin imkânsız olduğu uzun yılların ardından, ilk kez bir başbakan sorunla bu denli açık bir şekilde yüzleşiyordu.
Erdoğan'ın, müesses nizamın kırmızı çizgilerinden olan 'İslam tehdidi' parantezinde mağdur olan bir kesimden geliyor olması, 2005 çıkışını çok daha anlamlı hale getiriyordu. Adeta sistem açısından bir 'öteki' diğer 'ötekinin' sorununa el atıyordu. Bu yönüyle, Erdoğan'ın ne yapmaya çalıştığını, en az idrak eden aktörlerin başında PKK gelmektedir. Yani müesses nizamın çok sarih bir şekilde fark ettiği 'Erdoğan momentini' Kürt siyasi hareketi ve PKK neredeyse ilgisizlik düzeyinde karşıladılar. Mezkûr ilgisizlik Erdoğan'ın 2005 sonrası Kürt meselesinde attığı ve tamamı birer 'ilk' olan adımlar karşısında da devam etti.
Zaten çok fazla zaman geçmeden de, Türkiye 2007 kaotik siyasi atmosferine doğru giderken, PKK, elini tetiğe götürerek, vesayet odaklarına muhtaç olduğu desteği vermekten kendisini alamadı. 13 Eylül 2006'da Diyarbakır'da gerçekleştirdiği bombalı bir saldırıda 11 kişi hayatını kaybetti. 21 Ekim 2007'de Dağlıca saldırısı sonucunda ise 12 asker hayatını kaybetti.
2007'de heba edilen fırsat
AK Parti hükümeti bir taraftan asker ve yargı vesayetinin, sokakta ve siyasetteki odaklarıyla mücadele içinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri süreciyle boğuşurken, diğer taraftan PKK terörünün oluşturduğu milliyetçi toplumsal baskı ile mücadele eder hale geldi. Aynı dönemde sadece PKK terörü değil, DTP'nin önde gelen isimleri de ardı ardına 'Kemalizm'e göz kırpma' konuşmaları yapıyor, yazıları kaleme alıyorlardı. Özellikle Dağlıca saldırısı sonrası yükselen milliyetçi dalga, hararetlenen vesayet odakları neticesinde 20 Nisan 2008'de, AK Parti hükümeti, Kuzey Irak'a daha önce yirmiyi aşkın kez yapılmış sınır ötesi harekâtlardan bir tanesini daha yapmaya mecbur kaldı.
O dönem özellikle Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi ile çok daha yakın ilişki ve işbirliği içine girme planları da ertelenerek Barzani neredeyse 'şeytanlaştırılan' bir figüre dönüştürülmüş oldu. PKK aynı dönemde, AK Parti'ye kapatma davası açılmazdan sadece birkaç gün önce, yine sivilleri hedef aldı ve İstanbul Güngören'de bomba patlatarak 18 kişiyi katletti. PKK terörü ilerleyen aylarda da hız kesmeden devam etti. 3 Ekim 2008'de Şemdinli Aktütün karakoluna yapılan saldırıda 15 asker şehit oldu. Kürt sorununun salt terörle mücadeleye mahkûm edilmesi için elinden geleni ardına koymayan PKK eylemlerine rağmen, siyasal alanda önemli bir gelişmenin yaşanması engellenemedi.
Kapatma davası yükünden kurtulan AK Parti, 2009 içinde soruna siyasi çözüm bulma çabaları ve demokratikleşme adımlarına dair hareketlenme olacağının işaretlerini vermeye başladı ve 'Açılım Süreci' başlatıldı. 2009 Açılım süreci de PKK'nın Reşadiye saldırısıyla provoke edilerek büyük ölçüde donduruldu. 2010 Anayasa halkoylaması sırasında da PKK-BDP çizgisi demokratikleşme karşısında olabilecek en sıkıntılı siyasi pozisyona savrulmaktan kendisini tutamadı. 2011-12 Kürt meselesi açısından oldukça kanlı bir döneme girmiş oldu.
Uzun yıllar içinden çıkılması zor bir kısır döngünün başladığı düşünülürken, 'Erdoğan momenti' tekrar ortaya çıktı. PKK dünyasına hapsolmuş bütün sol-liberal eleştirilere rağmen, Oslo görüşmeleri marifetiyle, 'devlet aklının' mesele karşısındaki esnekliği ortaya çıkmış oldu. Bu durum bile ne PKK'nın ne de PKK dünyasındaki aydınların Kürt meselesindeki anakronik bakış açılarını sorgulamaya yetmedi.
Devlet aklının dönüşümü
Erdoğan momenti Kürt meselesinde çok daha güçlü bir şekilde 2013 Çözüm süreciyle ortaya çıktı. Türkiye bir ilki tecrübe ettiği yeni süreçte, Öcalan'la ismi konulmuş bir şekilde bir yol haritası ortaya çıkardı. Erdoğan'ın bütün siyasi riski omuzlarına aldığı bu yeni sürecin, PKK ve muhalif siyasi elitlerin aksine halkın büyük bir kısmı, özellikle de Kürtler tarafından satın alındığına şahitlik ettik.
Buraya kadar aktardıklarımız 2008-2013 sürecinde yaşananlardan ibaret. Bu dönemi elbette farklı şekilde ve farklı olaylar üzerinden de okumak mümkün. Lakin mesele salt PKK üzerinden okuyarak devletin ve siyasi iktidarın masum ilan etmek veya tersini iddia etmek değil. Asıl sorun değişen dönüşen Türkiye, devlet, toplum ve siyaset karşısında statik yapısını koruyan PKK dünyasına dikkat çekmektir. Son beş yılın en çarpıcı özelliği, kurucu siyaset geliştiren ve kısır döngünün oluştuğu anlarda ortaya çıkarak yapısal bir kırılma sağlayan 'Erdoğan momenti'. Buna mukabil neredeyse hiç bir siyasallaşma emaresi gösteremeyen ve kendi statik dünyasında 'ütopyasına sahip çıkmakla siyaset yapmayı feci şekilde birbirine karıştıran' PKK dünyası bulunuyor.
Erdoğan momentinin en derin şekilde yaşanacağı yeni gelişme ise Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani'nin Diyarbakır'a Erdoğan'la birlikte gitmesi. Bugüne kadar Kürt meselesinde şahitlik ettiğimiz Erdoğan momentlerinin tamamı misak-ı milli içinde müesses nizamdan kaynaklı sıkıntılarla baş etmek üzere ortaya çıkmıştı. Erdoğan'ın Barzani'yi Diyarbakır'da ağırlaması ise Türkiye'nin devlet aklının bölgesel anlamda kırılma yaşaması anlamına geliyor. Barzani'nin Diyarbakır'ı Türkiye cumhuriyeti başbakanı ile beraber ziyaret etmesi Cumhuriyet tarihi açısından tarihi bir öneme sahiptir.
Yeni Erdoğan momenti, Türkiye'de Kürt meselesini aşacak şekilde, bir yönüyle, Sykes-Picot sosyal ve siyasal sınırlarını anlamsızlaştırma hamlesidir. Türkiye'de hakiki ve geleceği olan bir Kürt barışı ancak Sykes- Picot sınırlarının de facto anlamsızlaşmasıyla mümkündür. Bu sınırlar anlamsızlaşırken Türk ve Kürt Kemalizmi'nin tepki vermesine ise şaşırmamak gerekiyor. Zira onlar bir asırdır Sykes-Picot'nun farklı cephelerde ve kılıklarda nöbetini tutmaktan başka bir şey yapmadılar.