Taksim protestolarıyla bir kez daha sol ve liberal diskurun -başka hiç bir yaklaşıma tahammül bile etmedenana sponsora dönüşmesine şahitlik ettik. Taksim'i, Gezi'yi ve yaşananları 'anlamak' için mezkûr sol-liberal sponsorluktan icazet almamış her yaklaşım tarzı, entelektüel bir vandalizme muhatap oldu. Tartışmanın nasıl olması gerektiğinden asıl meselenin ne olduğuna, ne anlamamız gerektiğinden nasıl anlamamız gerektiğine, ortaya çıkan tahribatın ne olduğundan nasıl tadilata tabi tutulacağına kadar her başlıkta kerameti kendinden menkul bir sol-liberal şablon dayatıldı. Asayiş sorunları gündeme gelince sosyolojiden dem vurdular, sosyoloji tartışılınca psikolojiden dem vurdular, siyaset konuşulduğunda yaşam tarzından. Global demokratik sorunlar gündeme gelince tekil insan haklarına, somut sorunlar zikredilince soyut mecralara rücu edip durdular. Bu süreçte demokrasi seçimden, katılımcı demokrasi referandumdan, seçilmişlerden oluşan il meclisleri karar alma sorumluluğundan, ana muhalefet partisi meclis yükünden kurtulmuş oldu! Anti-siyasetin zirve yaptığı Taksim nihilizmine meşruiyet kamuflajı, büyük ölçüde sol-liberal diskur tarafından giydirildi. Biraz daha ileri gidebilselerdi, sol külliyat giydirilmiş Smith'ten mütevellit 'iş bölümü' analizleri rehberliğinde liberal 'katılımcılık' desteğiyle, 'anlaşalım, bir arada yaşayalım, hatta aramızda bir 'iş bölümü' yapalım, AK Parti seçimleri kazansın biz de yönetelim' optimal çözümünü önermelerine ramak kalmıştı!
Sol ile ilgili en büyük sorunumuz, dünya sol tarihinde ender görülecek bir şekilde, en üst sınıfların, yani burjuvazinin şikâyetleriyle şekillenen bir protesto hareketinden işi devrim hayallerine kadar götürmeye kalkmaları. Liberallerle ilgili en büyük sıkıntımız hakikati uzun zaman önce keşfettiklerine dair tartışmasız ve sorgulanamaz imanları. Sol ile liberalleri son olaylarda buluşturan başlık ise oldukça sıradan. Öyle çok derin bir felsefi birliktelik, dünya görüşü ortaklığı filan yok ortada. Ortak şemsiyeleri seküler bir dünyada bir araya gelerek ürettikleri siyasetsizlik ya da siyasal düşmanlığı.
Sol, maksimalist talepler dünyasından; liberaller ise toptancı demokratikleşme dünyasından konuşarak benzer bir pozisyon inşa ediyorlar. Maksimalist talepler rasyonel beklenti sınırlarını hızla aşarak anlamsızlaşırken; toptancı demokratikleşme yeryüzü şartlarında imkânsızı isteyerek siyasal bir trajediye dönüşüyor. Son tahlilde siyasalın dünyasında hiç bir karşılığı olmayan politik görünümlü şikâyet ve temenni dünyası ortaya çıkıyor. Şikâyet dünyasından adalet arayışı çıkmayınca, temenni dünyasından da somut demokratikleşme adımları ufukta görünmeyince hırçınlaşıyorlar. Sol maksimalizm ile liberal toptancı demokrasi talebinin ürettiği tek şey, çocuksu bir siyasal dünyadan başka bir şey değil. Bağlamı, imkânları, aktörleri, ekonomi-politik şartları, ahlakı ve zekâyı ıskalayarak talepte bulunan bu diskurun ergen bir şikâyet-temenni dünyası üretmekten başka bir yere gitmesi mümkün değil.
Tam da bundan dolayı bencil hassasiyetlere sahip olmalarını demokrasi talebi, rahatlama arzularını özgürlük, kendi doğrularını tekrar edip durmayı ifade özgürlüğü, korkularını dillendirmeyi siyaset, kendi çözüm önerilerini adalet arayışı ve şikâyet etmeyi ise siyaset zannediyorlar. Emir kipsiz cümle kuramıyorlar, mümkün olanı ideal olanla, yapılabilir olanı yapılmasını arzu ettikleriyle karıştırıp duruyorlar. Toplumda farklı kesimlerin olduğunu en fazla onlar dillendiriyor ama bütün çözüm önerileri farklılıkları kategorik olarak yok sayan totaliter ve hızlı çözümlerden ibaret. Metotları oldukça basit. Her bir sorunu önce toplumsal ve siyasal dinamiklerini yok sayarak ele alıyorlar ve laboratuvar şartlarında tek hamlede çözüyorlar.
Bu sol-liberal Disneyland dünyasında sosyal ve siyasal sorunların karmaşık yapısının fazlaca bir anlamı bulunmuyor. Suriye krizini savaşa karşı olarak, Kürt meselesini demokrasi isteyerek, yeni anayasayı ısrarla talep ederek, ekonomik refahı liberal gizli ele havale ederek, farklı hayat tarzları sorunsalını 'evrensel normlar dünyasına' referans vererek, dış politikayı jeopolitik kavgalardan kurtararak bir güzel çözüyorlar. Usanmadan bıkmadan 'siyaset eleştirisi yapmayı siyaset yapmak' zannetmeye devam ediyorlar. Zaman ve mekânla kurdukları sorunlu ilişkiden dolayı, her hangi bir meselede, yüzlerce farklı dinamiğin aynı anda hareket etmesinin de mezkûr söylem için bir anlamı yok. Ellerinde her sorunu 19.yy ilkel pozitivizmi ile soyutlayıp çözecek modeller mevcut. Güzelim teorilerini mahveden pis gerçekler ise umurlarında değil zaten. Buradan bakınca Erdoğan'ı düşman ilan etmelerinden daha doğal bir durum da olamaz. Çünkü görmek bile istemedikleri ne kadar pis gerçek var ise Erdoğan tarafından hatırlatılıyor. Erdoğan'ın hatırlattığı ve reddedilmesi imkânsız somut sorunlar ve adımlar karşısında ise bir tek cevapları var: 'iyi de senin de üslubun çok sert!'