Türkiye'nin en eski yeni tartışmalarından olan "yeni ve sivil anayasa" tartışmalarına yeniden başladık. 27 Nisan 2007'de askerin Cumhurbaşkanlığı seçimlerine acemi müdahalesi ile başlayan süreç beraberinde bir anayasa tartışması da başlatmıştı. Dört seneyi aşkın bir zamandır inişli çıkışlı bir şekilde anayasa değişikliklerini konuşuyoruz. Ancak, bu kadar yoğun anayasa tartışmalarının bakiyesi olarak dolgun bir anayasa veya siyaset felsefesi literatürü oluşturduğumuzu söylemek zor.
Ağırlıklı olarak oldukça kötü bir anayasanın oldukça kötü maddelerinin bizleri mahkûm ettiği sığ sularda dolaşıp durmak zorunda kalıyoruz. Bu kötü anayasanın devletin, vatandaşın, hayatın ve dünyanın şeklini veya ne ve nasıl olması gerektiğini tarif ederek arzuladığı dünyayı tahkim ettiğini düşünenler kadar; yeni anayasada mezkûr maddelerin olmaması durumunda varoluşsal sorunlar yaşayacağımızı düşünenler de var. Yeni anayasamızın nasıl bir metin olacağını bilmiyoruz. Lakin şu an için asıl önemli olan nokta paydaşların gerçekten yeni bir anayasa talep etmesidir.
Anayasa yapım sürecinde ilk engel ya da atılması gereken ilk adım olarak uzlaşma gündeme getirilmektedir. Toplumsal bir sözleşmenin mümkün olan en üst düzeyde bir uzlaşma ile yazılması elbette hayati bir meseledir. Ne var ki uzlaşmadan kasıt her aktörün ve kesimin kendi pozisyonunun ve taleplerinin tahkim edilmesini beklemesi ise bir sonuç alınamayacağını şimdiden söylemek mümkündür. Özellikle "anayasada şunlar muhakkak olmalı" yaklaşımıyla bir uzlaşma arayışı içerisine girilirse, ilerleme kaydedilmesi zor görünmektedir.
Yürürlükteki anayasanın en sorunlu yanı "olması gereken maddelerden" çok "olmaması gereken maddelerdir." Bu çerçevede, "olması arzu edilenler" ancak olmaması geniş kesimlerin hayrına olanlardan kurtulmakla mümkün olacak. Eğer "şu maddeler olursa ya da değişmezse" sürece katılırım şeklindeki "kırmızıçizgiler siyasetinden"; yeni bir anayasada toplumsal taleplere uygun bir şekilde "olabilecek maddeleri müzakere edelim" şeklindeki "basamaklar siyasetine" geçiş sağlanırsa kabul edilebilir bir mutabakata ulaşılabilir. Uzlaşma, ancak araçlardan sadece bir araç veya katalizör olarak kodlanırsa anayasa yapımına katkı sağlayan bir etken olabilir. Aksi takdirde uzlaşmanın kendisi bir hedefe dönüştüğü oranda yeni anayasa hedefinden uzaklaşma yaşanabilir
Yeni anayasa süreci muhalefete ciddi siyasi imkânlar sunmaktadır. 12 Eylül referandumunda kötü bir performans sergileyen muhalefet, yeni anayasa üzerinden yeni bir imtihana girecektir. "Hayır ve boykotla," politik arenadan ricat ederek siyasi varoluşunu erozyona uğratan muhalefet partileri, yeni anayasa ile yeniden birer anlamlı siyasi aktöre dönüşmek için fırsat yakalamış bulunuyorlar. Geçmişteki anayasa tartışmaları sırasında, anayasanın kendisi ağırlıklı bir hedef değil aksine mevzi koruma düzeyindeki siyasi mücadelenin bir aparatı konumundaydı. Tam da böyle olduğundan muhalefet partileri 12 Eylül referandumunda içerik tartışması yerine şekil ve üslup tartışmasını merkeze alarak siyaseten kaybettiler. Gerek referanduma milletin verdiği %58'lik destek gerekse de birçok araştırmada yeni bir anayasa talebi olarak ortaya çıkan %70'ler civarındaki destek muhalefet partileri açısından yeterince yol gösterici olmalıdır.
Daha önemlisi geçmiş anayasa değişikliği tecrübeleri sırasında, anayasa yapımlarını makasa alan temel tartışma konularında fiili olarak normalleşme lehine ciddi mesafeler kaydedilmiş durumda. Asker sivil ilişkilerinden laiklik tartışmalarına, Kürt meselesinden resmi ideoloji tartışmalarına, tartışmalı ve sancılı birçok konuda, fiili bir normalleşme haline ermiş durumdayız. Bu normalleşmenin anayasa yapım sürecini rahatlatan bir kaldıraç olarak kullanılıp kullanılmayacağına muhalefet karar verecektir. Süreci rahatlatma yönünde kullanılacak kısmi normalleşme anayasa sürecinde tahmin edilenden daha fazla pozitif çarpan etkisi yaratacaktır. Muhalefet partileri, aksi bir tutum izleyerek, kırmızıçizgilere ya da özel gündemlere yoğunlaşırlarsa; ya süreç akamete uğrayacak ya da gerilim had safhaya çıkacaktır. Her iki sonuç da, muhalefetin lehine olmayacaktır.
AK Parti açısından yeni anayasa tartışması AK Parti'yi çoktan aşmış bir girişimi ifade ediyor. AK Parti, anayasa meselesini, parti programını, siyasetini ve hedeflerini aşan bir perspektifle, doğrudan Türkiye'nin en temel sorunu olarak ele almak durumundadır. Referandumda dipten gelen güçlü yeni anayasa talebini fark eden iktidar partisi, anayasa meselesini Türkiye'yi daha iyi yönetmenin bir aracı olarak ele almalıdır. Özellikle "anayasada olmaması gerekenler" üzerine yoğunlaşan genel perspektifini, insan hakları (dil, din ve ifade hürriyeti), asker sivil ilişkileri, hükümet sistemi ve kamu düzeni konularındaki önerileri etrafında geliştirmeye hazırlanmaktadır.
AK Parti açısından diğer bir sorumluluk da Arap Baharı'yla beraber ortaya çıkan yeni durumdur. Öyle ki Türkiye ile beraber Tunus, Mısır, Libya ve Irak hali hazırda; Suriye ise yakın bir zamanda ciddi bir anayasa tartışması yapmak durumundalar. Türkiye bu anlamda sadece kendi anayasasını değil aynı zamanda mücavir ülkelere deniz feneri görevi görecek bir anayasa yapma şansına sahip. AK Parti'nin bu sorumluluğun da altına girmesi, dış politikanın son aylarda yoğunlaşan gündeminin de bir gereği artık.