Türkiye'nin Kürt meselesi ile imtihanını kabaca üç döneme ayırmak mümkündür: 1) Cumhuriyetin ilk yılları ve tek parti dönemi boyunca tatbik edilen ilkel uluslaşma uygulamaları neticesinde ortaya çıkan sorunlar. 2) 27 Mayıs düzeninin kuruluşundan 1980 darbesine kadar geri kalmışlık parantezine sıkışan dönem. 3) Darbe marifetiyle başlayan ve varlığını sürdüren silahlı mücadele döneminden devlet aklının iflas ettiği 1990'ların sonuna kadarki dönem. Bu üç dönemin ürettiği ağır maliyetlerin baskısı altında 1999 sonrası yeni safhaya geçtik.
Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesiyle Kürt meselesinde farklı ve karmaşık bir safhaya girdik. Yeni dönemde siyasetin ve ülkenin normalleşmesiyle eski Türkiye'nin provokasyonlarının sıkı şekilde çatıştığına; 1970'lerin yenilmiş sol fantezisinin Kürt sorunu üzerinden kendini amorf bir siyasal düzlemde yeniden var etme girişimlerine, bölgemizdeki yapısal kırılmalara ve işgallere beraberce şahitlik ettik. Geldiğimiz nokta itibariyle, yeni Türkiye'nin ve yeni Ortadoğu'nun aktörleri şiddetten veya demokrasi dışı yollardan tamamen uzaklaşanlar olurken; eski düzenin aktörleri son kurşunlarını sıkmak üzere elini tetikten çekmeyi beceremeyenler oldular. Bugün sıcak bir şekilde, Libya'da, Mısır'da, Bahreyn'de, Irak'ta ve Suriye'de şiddetle sözü telif etmeyenler kurucu aktörlere dönüşürken; aksini icra edenler günlük kazanımlar dışında orta vadeli bölge tahayyüllerinin içinde bile zikredilmemeye başladılar.
Bugünlerde sadece PKK terörüne değil, yanı başımızda Baas yönetiminin katliama dönüşen terörüne de tanıklık ediyoruz. Basit bir okuma bize şunu söylüyor: Sadece bir yıl önce, serbest seçimler olsa ülkesinin seçilmiş lideri olabileceği söylenen Esad için bugünlerde iktidarda daha ne kadar kalabileceğinin hesapları yapılmaya başlandı. Yeni bölgesel düzende ve yeni Türkiye denkleminde, demokratik kanalları kullanamayanlar veya demokratik kanalların önünü açmayanların sıktıkları her kurşun son tahlilde varoluşsal krizlerini derinleştirmekten başka bir işe yaramamaktadır.
PKK'nın demokratik açılım süreciyle birlikte sistematik şekilde silaha yeniden sarılması, yukarıda zikrettiğimiz varoluşsal krizin en dramatik örneklerinden biridir. Üçüncü dünyacı, post-kolonyal sol anakronik tezler ve travma analizleri üzerinden varlıklarını ve eylemlerini ne kadar meşrulaştırırsa meşrulaştırsın şu basit suale bir cevap verememektedir: PKK, Türkiye'deki Kürt meselesi bağlamında, her hangi bir şart altında silah bırakmayı düşünüyor mu? Bu sualdeki 'her hangi bir şart altında' ve 'Türkiye'deki Kürt meselesi' iki kilit dinamiğe işaret etmektedir. PKK ve siyasi hareketi otuz yıllık kanlı ve trajik tarihin ardından elle tutulur ve ciddiye alınacak bir gelecek projeksiyonu yapmak bir yana; kansız, siyasal ve sosyal ayrışmanın minimize edileceği hiç bir çıkış bile yapamamaktadır. Koskoca bir yanılgıdan ibaret olan 'silahlı mücadelenin sağladığı kazanımlar' mitinin icat ettiği siyasal teknolojinden başka da elinde bir argüman bulunmamaktadır. Türkiye'nin mecburi ve tabii istikameti olan demokratikleşmenin organik bir parçası olmak yerine yel değirmeniyle savaşmayı tercih etmektedir.
Cumhuriyet tarihimizin en yoğun normalleşme yılları yaşanırken, PKK, Kürt meselesinin en önemli aktörü olmaktan çıkıp 'Kürt meselesinin PKK sorunu' olmaya dönüşmüş durumdadır. Bu oldukça derin kırılma, Kürt meselesinin çözüm bekleyen dinamiklerinden uzaklaşıp Kürt ulusalcılığının ajandasının PKK'nın ana gündemi olmasına yol açtı. Bu yapısal kırılmanın sağladığı oldukça sorumsuz ruh hali içinde, kendi özel gündemi dışında hiçbir maslahat gözetmeyen provokatif bir yapıya dönüştüler. Suriye'de vatandaş bile olamayan, İran'da seri şekilde idam edilen, Irak'ta onbin km uzaktaki bir beslenme hattı üzerinden siyasal kuvözde yaşayan Kürtlerin durumunu hiç hesaba katmadan, Türkiye'de Kürtler maliyetine terörü sürdürmeyi tercih ediyorlar.
1990'larda devleti rehin alan aklın tedrici olarak hukuk karşısına çıktığı bugünlerde, 90'ların taktikleriyle var olmaya çalışmak sadece siyasal bir anakronizme işaret ediyor. PKK açısından sürecin gideceği tek yer 90'ların I. Yenilgi döneminden 2010'ların II. Yenilgi dönemine ermek olacaktır. 90'larda yenilginin maliyeti ve enkazı 2000'li yıllarda AK Parti tarafından Kürtler ve Türklerin lehine, anti-demokratik güçlerin aleyhine olacak şekilde kaldırıldı. 2010'larda ortaya çıkacak maliyet uzun vadede iç konsolidasyonun lehine, PKK'nın ve bölgesel güçlerin aleyhine olacak şekilde kaldırılacaktır. Maalesef bu süreçte toplumsal kardeşlik orta vadede zedelenecektir.
Türkiye usulü Baasçılığın son dokuz yılda hızla geriletildiği bir zaman diliminde Baasçılığa oynayan birçok aktör elbette zuhur etti. Ucuz Ergenekon-PKK indirgemeci komplolarına takılmadan şu tespiti yapmak yerinde olacaktır. PKK'nın Ortadoğu vekalet savaşları denkleminde başlattığı 'devrimci halk savaşı' girişiminin sonuçlarına dair bugünden bazı analizler yapmamız mümkün. PKK, Türkiye'yi çok daha ağır şartlara mahkûm etmenin karşılığında daha güçlü bir muhatap olma hesabı yapıyor. Bu hesabın birinci ayağını hayata geçirmek için terörün yükselmesi yeterli. Lakin ortaya çıkacak maliyetin PKK'ya daha güçlü bir pozisyon ihdas etmesi bir yana, yeni Ortadoğu düzeninde kendisine yer bulmasını bile imkânsız hale getirecektir. Bu savaş sonunda 1990'lara dönmeyeceğiz, tıpkı Esad'ın artık 1990'lara, hatta 2010'a bile dönemeyeceği gibi.