Kürt Meselesi ancak siyasi bir sorun dâhilinde kalabilirse muhtemel bir çözüme ulaşacağız. Geldiğimiz nokta itibariyle, sorunun siyasaldan koparılarak toplumsallaştırılmasına yatırım yapmak ateşle oynamaktan başka bir anlam ifade etmiyor. PKK'nın, Türkiye'nin mecburi istikameti olan demokratikleşmenin açtığı alanı kullanarak sergilediği sorumsuzluk, sorunun toplumsallaşmasına yönelik emekleme aşamalarına işaret ediyor. PKK ve etki alanındaki kadrolar, siyasi pozisyon alırken muhalif kalmakla apolitik olmayı, siyasi analiz yaparken usul ile esası, siyasi hedef belirlerken mümkün olanla arzulananı karıştırmaya devam ediyorlar. Ortaya çıkan maliyet genel anlamda Türkiye siyasetini olumsuz etkiliyor. Bu sorumsuzluğun ve siyasetsizliğin üç temel dinamiği bulunmaktadır. Birincisi, demokratikleşen Türkiye'yi ya da "yeni Türkiye'yi" hem anlamakta hem de buna adapte olmakta zorlanmalarıdır. 1990'ların fiili haliyle, 1970'lerin zihinsel kodlarını harmanlamış oldukça ilginç ve bir o kadar da karmaşık tasavvur üzerinden Türkiye ile konuşmaya gayret ediyorlar. Türkiye'ye dair tarifleri, tahlilleri ve çıkardıkları neticeler başı sonu belli bir düşünceye denk gelmiyor. 1970'lerde bütün naifliğine rağmen Türkiye'nin vicdanına denk gelen, 1980'lerde Türkiye'nin yetmiş yıllık sorunlarını çözmek için tahrik edici bir aktör rolünü üslenen, 1990'larda 27 Mayıs vesayet rejiminin devleti rehin alan aklının görülmesini sağlayanlar; son on yıldır, her yıl biraz daha 'yeni Türkiye'nin gerisine düşer hale geldiler. 22 Temmuz seçimlerinden hemen önce rücu ettikleri yeni pozisyon ise öğrenilmiş cehalet düzeyinden, Türkiye'ye karşı vekâlet savaşı verenlerin ucuz bir maşası olmaktan öte değil. İkincisi, otuz yıldır Kürt meselesinin hem öznesi hem de nesnesi olup 'Kürtleri' en fazla Kemalizm kadar anlama beceriksizliğidir. Sorunun bugünkü haliyle bir Kemalizm icadı olan etnik kimlikleri, en az kendilerine zulmedenler kadar berbat bir tahlile tabi tutmanın sefil sonuçlarını artık hemen her gün yaşar hale geldik. Bütün Kemalizm tecrübesine ve maliyetlerine rağmen, Türklerin ve Kürtlerin ezici bir çoğunluğunun ulusalcı hareketler yerine niçin AK Parti'ye itibar ettiğinin hiç bir şekilde sorulamadığı bir zihinsel dünyayı mevzu bahis ediyoruz. Tam da bu sebepten dolayı, geçmiş acıları sürekli gündemde tutarak yas tutulmasına, şiddete ve teröre devam ederek demokratikleşmenin inkıtaa uğramasına, ısrarlı bir şekilde aidiyetin sorgulanmasını sağlayacak bir dil kullanılarak toplumsal muhayyilemizdeki korkularının canlı kalmasına yatırım yapıyorlar. Üçüncüsü, Türkiye'nin Irak işgaline ortak olmayarak başlattığı dış politika adımlarının mücavir alanlarda meydana getirdiği yeni dalganın da farkında değiller. Bölgemizdeki devlet dışı aktörlerin silah ile sözü artık telif edemeyeceklerini ve yaşanan değişimin 1910'ların dinamikleri üzerine kurulmuş Camp David düzenini kısa vadede dönüştüreceği, orta vadede ise değiştireceğini okuyamıyorlar. PKK dışındaki bütün küresel ve bölgesel aktörlerin, özellikle de Türkiye'nin, 'verilmiş rolleri oynadığına' inanan isimlerin sokma aklıyla 'duble yollarda' bile siyasal kazalar yapacaklarını göremiyorlar. Bugün gelinen nokta itibariyle Kürtlerin İran, Irak ve Suriye'de Türkiye ile mukayese dahi edilemeyecek kadar mağduriyetler yaşarken; kan ve terörün niçin hala Türkiye'de devam ettiğini sorgulama ihtiyacı hissetmiyorlar. Ara ara nükseden lümpen sokak milliyetçiliğinin 'sırrını' Norveç'teki katliamda arayan bu aklın, Silvan ile Kandil arasında bağlantı kuramamasına şaşırmamak lazım. Buraya kadar aktardığımız dinamikler Kürt meselesinin en önemli sorunu olan PKK'yı tarif etmeye yönelikti. Bu dinamiklerin de içinde olduğu sorunun ismi Kürt meselesidir. Oldukça basit gibi görünen bu tespitin bizlere söylediği şudur: Türkiye yıllarını Kürt, PKK, terör, terörist vs. ayrımlarından bir siyaset üretmeye çalışarak heba etti. Bugün ise tam tersi bir durum yaşanıyor. Dün müesses nizamın hiç de zekice olmayan ayrımları bizzat PKKBDP çizgisi marifetiyle fiili bir duruma doğru gidiyor. Kürt Meselesi, ağır bir toplumsal maliyet üretmek pahasına, mezkûr siyasi çizginin ana sorunu olmaktan her geçen gün uzaklaşıyor. Öcalan anayasa referandumundan bu yana nerede duracağını şaşırmış bir aktöre, BDP siyasi parti ile örgüt olma gerilimi arasında tarifi zor bir platforma, PKK ise 'yeni Türkiye' ile ' yeni Ortadoğu' arasına sıkışmış anakronik bir yapıya dönüşmüş durumda. Öcalan'ın oynamıyorum, BDP'nin oynayamıyorum, PKK'nın ise ben bildiğimi oynarım tavırları naif bir siyaset, dolayısıyla da daha fazla gerilim ve şiddet üretmeye devam edecek. Ama son tahlilde, Kürt meselesinin en önemli sorunu olan PKK kendisini ana hedef haline getirmeyi başarmış olacak. PKK maliyetine sivil siyasetin yok edilmesi, toplumsal tahrik ve nefretin de yükselmesi, PKK'lı liderlerin dile getirdiği gibi pek umurlarında olmayacak. 1990'larda, Çiller'in 'Bask modeli tartışmalarıyla başlayıp Vietnam modeliyle' terk etmek zorunda kaldığı Türkiye'ye dönülebileceğine inananlar için yukarıdaki tespitlerin elbette bir anlamı yok. Her iki kişiden birinin AK Parti'ye oy verdiği, Erdoğan'ın üçüncü dönem için milletten ezici bir destek aldığı, ekonominin Cumhuriyet tarihinin en başarılı performansını gösterdiği, bölgesel düzenin eksen değiştirdiği bir zaman dilimindeyiz. Bütün bu dinamiklere rağmen 1990'ları zımnen özleyenler olduğu muhakkak. Ümit ederiz ki akılları kinlerinin önüne geçer.