Son dört bin yılda Mısır'da en uzun süre iktidarda kalmayı başarmış 3. isim olan Mübarek, Ortadoğu'ya dair anlatılacak bütün hikâyeleri bünyesinde barındıran bir siyasi mikrokozmozu andırıyor. Mübarek'in iktidara geliş hikâyesinden muhafızlığını yaptığı bölgesel düzene, aile fertlerinin içine düştüğü halden Mısır'ı içine düşürdüğü hale kadar hemen her başlık neredeyse bütün bölgeye teşmil edilebilir. Tunus'ta başlayan ve Bin Ali'nin devrilmesiyle bütün Ortadoğu'ya yayılan gösteriler, Mısır'da ilk ciddi işaretini 25 Ocak'ta göstermişti. 'Tunusami' siyasi dalgasının Mısır'ı bu kadar erken ve bu kadar güçlü vuracağı beklenmiyordu. Aslında şaşırtıcı olan, Mısır'daki 'Tunusami'ye dair dalganın gücü değil, Mübarek istihbarat ve polis devletinin sessizliği oldu. Mısır rejimi kendisinden beklenmeyen ne var ise onu yaptı. Önceki "Kifaye" eylemlerinin sadece liberal sol ve batıcı tabana yaslanması dolayısıyla, benzer bir durumun bu sefer de geçerli olacağını düşündü. Öyle olmadı. İhvan, Kifaye'ye vermediği desteği bu sefer esirgemedi. Kahire'de gösterilerin sürmesini sağlayan ana güç oldu. Mısır'ın diğer şehirlerinde de neredeyse yegâne hareket olarak meydanların dolmasını sağladı. Bütün bu gelişmelere rağmen, Mısır güvenlik aparatının suskunluğunu, İhvan'ın ise meydanlara inmesini sadece 'Tunusami'nin kontrol edilemeyen etkileri şeklinde açıklamak yeterli değil. Mısır'da yaşanan gelişmeleri Mübarek üzerinden okumak neredeyse anlamsız bir uğraştan ibaret. Nihayetinde, Mübarek bizatihi bir gücü veya bir değeri temsil etmiyor. Aksine, bölgesel düzen içinde bir gücün neferini temsil ediyor. Bu gücün ya da düzenin ismi 1978 Camp David düzenidir. Bu düzenin tartışılmasını engelleyeceği garantisini veren herhangi bir isim, Mübarek kadar merkezi bir güç olabilir.
Mübareksiz bir Mübarekizm mi?
O halde asıl soru ne olmalı? Camp David sonrası oluşturulan bölgesel düzen, Irak işgali sonrası sürdürülebilir bir düzen midir? Bu suale başta ABD olmak üzere, bölgemizde eski düzenin parçası olan bütün aktörler nasıl bir cevap vereceklerini bilmiyorlar. Türkiye herkesten önce cari düzenin sürdürülemeyeceğini söyleyerek ve göstererek bir adım öne geçmiş durumdadır. Perşembe gecesi itibariyle, ABD ve Mısır yönetiminden gelen farklı sesler tam da mevzu bahis yaptığımız bu kafa karışıklığına işaret etmektedir. Neo-con kanat, İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır polis devleti 'Mübareksiz bir Mübarekizm' ile devam etmeyi önerirken; Beyaz Saray'ın bir kanadı, CIA, Mısır ordusu ve Türkiye 'yeni bir Ortadoğu'dan bahsetmekteler. Bu kanatlardaki her bir aktör arasında derin farklar olmakla beraber kaba ayrım şu şekilde tarif edilebilir: 'Mübareksiz bir Mübarekizm vs. Camp Davidsiz bir Yeni Ortadoğu'. Önümüzdeki yıllarda ne kadar Mübareksiz bir Ortadoğu ve ne kadar esnetilmiş bir Camp David düzeni oluşacağı yeni Ortadoğu'nun kaderini belirleyecek. Mübarek'in gittiği ve Camp David düzeninin esnemeye başladığı bir Ortadoğu'da, başta ABD politikaları olmak üzere bütün aktörlerin pozisyonları, fiili olarak yeniden tanımlanacaktır. Bu ise gerçek 'Tunusami'yi göreceğimiz anlamına geliyor. Camp David düzeninin esnediği veya olmadığı bir senaryoda, başta İsrail olmak üzere, neredeyse bütün Arap ülkelerinin cari siyasi pozisyonları anlamsızlaşacaktır. Bu durum, en hafif ifade ile ABD açısından gerçek bir darbe anlamına gelecektir. Beyaz Saray'ın bir kanadı ve CIA bu darbeyi erken fark edip konumlanmaya çalışırken, neocon ekip eski düzende uzatma istemektedir. Oysa zaman kazanarak Ortadoğu'da yeni bir düzen kurulması, Afganistan ve Irak işgalleriyle imkânsızlaşmış durumdadır. Aynı şekilde Mısır'da, ucu açık ve amorf 'muntazam bir geçiş' iddiasının da karşılığı bulunmamaktadır. Başta ABD olmak üzere, Mısır gibi bölge jeopolitiğinin kalbi olan bir ülkede değişimin kavgasının sadece liderden ibaret olmayacağını herkes bilmektedir. Daha da önemlisi, bugün yapısal bir değişim ve yeni Ortadoğu tartışmasının yapılmamasının oluşturacağı maliyetin, ileride daha büyük bir devrimci dalgayı üretmeye mukadder olduğu da bilinmektedir.
Türkiye'nin modelliği
Türkiye cesaretle kendisini yeni Ortadoğu'ya göre konumlandırmış durumdadır. Bu noktada Türkiye için 'köprü ülke' tanımları ne kadar anlamsız ise 'model ülke' tanımları da o kadar anlamsızdır. Çünkü hem 'köprü' olma hem de 'model' olma pasif ve akletmeyen bir aktör tarifi için kullanılabilir. Köprülük ve modellik siyasi kullanım değerine işaret eder. Köprüler ve modeller inisiyatif alıp tarih yazamazlar. En fazla büyük bir dizaynın aparatı, gerekli bir aracı olabilirler. Oysa Başbakan Erdoğan, açık bir şekilde inisiyatif alarak proaktif bir söylem geliştirmiştir. Türkiye'nin seyredilecek değil, dinlenecek bir hikâyesi ve önerisi olduğunu ortaya koymuştur. Üstelik bunu da yeni yapmamıştır. Gazze katliamı sonrası, bölgesel düzensizliğin ve kaosun ana ekseni olan Camp David düzenine Davos düzeni ile cevap vererek yapmıştır. Bundan sonraki süreçte, bölge halkları bu iki eksenden birine evrilecekler. İlk işaretler, bölgesel 'Tunusami'nin menzilinin Davos düzeni olduğunu göstermeye başladı bile.