Ebu Gıreyb hapishanesinde mahkûmlara işgalci Amerikan askerleri tarafından yapılan işkenceler dünya gündemine düştüğünde, ne küresel diplomasi allak bullak olmuştu ne de işgale yeşil ışık yakan ülkeler özür dilemek veya açıklama yapmak için sıraya girmişlerdi. Ebu Gıreyb kendi aciz kaderiyle baş başa kalıvermişti. Geçen hafta Amerikan dış işlerinin telgrafları ortalığa saçıldığında sessizlik yerini küresel siyasi bir telaşa bıraktı. Öncü sarsıntıların odağındaki ülkelerin başında ise Türkiye geliyor. Öyle anlaşılıyor ki, ABD bir taraftan Ebu Gıreyb'de akıl almaz işkenceler yaparken, hemen sınırın öte tarafında diplomatik bir Ebu Gıreyb inşa ediyormuş.
Neocon felaket
Genelde Amerika ve İslam dünyası, özelde ise ABD-Türkiye ilişkilerinin niçin bu denli sorunlu olduğuna dair özellikle son 8- 9 yıldır yapılan yorumları haklı çıkaran belgeler ortalığa saçılıverdi. Wikileaks, neocon ABD yönetiminin özellikle ikinci iktidar döneminde oldukça pervasız, ciddiyetsiz ve başına buyruk yapısını bir kez daha görmemize yaradı. 11 Eylül şokundan Afganistan'ı işgal ederek uyanmaya çalışan, ama kendi kamuoyunu tatmin edemeyince işgali önce Irak'a taşıyan ardından da hızını alamayıp yeni "şer eksenleri" üzerinden hedefini genişletmeye çalışan Amerikan imparatorluğunu, neocon siyasal teolojisinin ne kadar sıkıntıya soktuğunu görmüş olduk. Son on yılda ABD'nin yaşadıklarına hızlı ama dikkatli bir bakış bile dünya sistemine dair derin değişimin fay hatlarını görmemizi sağlayabilir. Yeni milenyuma şaibeli ve mahkeme kararı ile seçilen Bush yönetimiyle merhaba diyen ABD, seçimden bir yıl sonra 11 Eylül'ü yaşadı. 10 yıllık sükûnet döneminin ardından, işgal dalgasını başlatarak önce Afganistan'a ardından da Irak'a saldırdı. 2000'lerde Amerikan ekonomi politik sisteminin en fazla övündüğü muhasebe ve vergi kontrolüyle dalga geçercesine milyarlarca dolarlık Enron ve Arthur Andersen soygun-iflasları ortaya çıktı. Afganistan, 11 Eylül'ün psikolojik intikamından bir bataklığa, Irak ise sonu gözükmeyen askeri ve siyasi bir girdaba dönüştü. 2007-8'de son on yılın finans kapitalizmine yaslanarak sürdürülen refah ve kredi sistemi bir anda milyonlarca Amerikalıyı iflasın eşiğine getirdi. Mali piyasalarda başlayan iflas bir anda ekonomik krize dönüşüverdi. Obama'nın başkan seçilmesiyle siyasi ve sosyal restorasyon gerçekleştirmeyi planlayan ABD, bu umutları da dışarıda İsrail'in katliamlarına içeride ise cumhuriyetçi yaklaşımlara kurban verdi. İlk on yıl sadece bu felaketlerle son bulacak derken, Wikileaks "kral çıplak" dedirten sızdırmaları gerçekleştirdi. Belgelere bakılınca Amerika'nın son on yılda yaşadığı hegemonik çözülmeyi de anlamak kolaylaştı.
Yerli muhbirlerimiz
Küresel olarak hegemonik güçler dengesinden yeni güçler dengesine geçişi de anlamakta zorlanan neocon yaklaşım; yerel ve bölgesel gelişmeleri de adeta at gözlüğü takarak okumuş. Sonuç olarak hem maddi bilgi toplarken hem de değerlendirirken trajik hatalar kaçınılmaz olmuş. Wikileaks'ın belge sızdırma tarzı, sıralaması, yaptığı editoryal müdahaleler ışığında ne kadar sahici ne kadar proje olduğu tartışması akıldan çıkarmamak kaydı ile; diplomasi, dış politika yapımı ve istihbarat üzerine düşüncelerimizi yeniden gözden geçirmemize yol açtığı muhakkaktır. Şu ana kadar sız(dırıl)anlardan, Türkiye'nin payına düşen diplomasi tartışmalarından ziyade, ülke içinde yerli-işbirlikçi geriliminin hikâyesinin yeniden yazılması olmalıdır. Başka ülkelerin başkentleri üzerinden ülkesiyle konuşan ulusalcı yaklaşımların, AK Parti'ye yönelik "işbirlikçilik" suçlamasındaki aymazlığa kimse değilse Wikileaks dur demiş bulunmaktadır. Bütün zihinsel kodları, söylemi ve siyasi ilişkileri topraklarımıza yabancı bir dünyadan devşirilen ulusalcı yaklaşım, kendisini milli ve yerli; AK Parti'yi ise gayri milli ve yabancı unsur olarak tarif etmekteydi. Ortaya çıkan belgelerin genel havasına bakılırsa, ülkemizdeki önemli sorunların başında yerli muhbirlik gelmektedir. Ülkesi hakkında, çoğu kez bilabedel yabancı bir ülkeye hizmet veren bu zihin dünyası elbette var olabilir. Arap dünyası liderler düzeyinde böylesi bir sorunu yaşarken bizde de en azından gazeteci, yazar, siyasetçi düzeyinde var olabilirler. Lakin sorun var olmaları değil. Sorun, bu yerli muhbirlerin, kendileri dışındaki hemen her kesimi büyük bir aymazlıkla işbirlikçilikle suçlamalarıdır. Daha da kötüsü, yerli muhbir söylemin dalgasının en az etkili olması gereken yerde, TSK'da en etkili olmasıdır. Hudson rezaletini bir kez daha hatırlayacak olursak, TSK'dan üst düzey isimlerin bizzat böylesi bir siyasi denklemin içinde olmaları yerli muhbirlik üzerine kafa yormak için yeterli bir sebeptir. Irak işgali olacakken Balyoz toplantıları yapanlar, "işgale ortak olmazlarsa darbe ihtimalini hazırlayanların" ucuz bir kartı olmaktan başka neye hizmet ettiler. 2006-2008 arasında, Lübnan, Irak, Gürcistan ve Balkanlar'da derin siyasi kırılmalar yaşanırken Türkiye'nin hem bu bölgelerle hem de aynı anda kapatma davası, muhtıra ve fason yeniden istiklal savaşı zırvalarıyla uğraştığını hatırlatmakta fayda var. Erdoğan ve Davutoğlu hakkında bir çok farklı kesim içerisinden ulusalcı hassasiyetlerle verilen "çok tehlikeli" tepkileri bile tehdit algılamasındaki yerlilik sorununu anlamaya yetmektedir. Hem Türkiye hem de ABD açısından, Edelman görevinde olamaması sorunu ortadan kaldırmamaktadır. Öyle ki Edelman müstakil ve münferit bir isim olarak o dönemin raporlarına yön vermiş ve görevi hitama ermiş bir isim değildir. Halihazırda Washington'da çok sayıda Edelman ve onların oluşturduğu güçlü Türkiye karşıtı rüzgâr esmeye devam etmektedir. İçlerinde bol sayıda yerli muhbirimizin de olduğu bu akım kâh ABD başkentinden Türkiye'yi ismi konulmamış bir şekilde tehdit etmektedirler kâh açıkça merkez medyamızda bir köşede bu tehditlerini bizlere aktarmaktadır. Obama yönetimi, en yakınındaki Türkiye uzmanı sıfatıyla var olan isimlerden başlamak üzere, Türkiye'yi niye doğru okuyamadıklarını sorgulamak zorundadırlar. Daha iki hafta önce Edelman, bugün ABD yönetimi mahcup durumda bırakan fikirlerine, Washington'da ciddiye alınacak kalabalıkta bir yoldaş güruhu içinde dile getirebiliyorsa sorun devam ediyor demektir. Hele o yoldaş güruh, bugünkü yönetime doğrudan ulaşma ve etkileme kapasitesine sahipse, ABD'nin sadece Edelman'ı değiştirdiğini söylemek yanlış olmaz. Ümit edilir ki, ABD Edelman dönemini hem Washington'da hem de Türkiye'de bitirme cesaretini gösterir.