BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun'un Tel Aviv ziyareti sırasında İsrail Başbakanı Netanyahu ile yaptığı basın toplantısı, uluslararası toplumun Gazze'ye dair sefaletinin temsili bakımından son derece önemliydi. Toplantıya İsrail tarafından iliştirilmiş ağır sembolizm her şeyden önce Genel Sekreteri özne olmaktan çıkardı; hatta İsrail'i bir anda "mağdur" konumuna getirdi. Söz konusu temsili sahneyi Hamas'ı, "hastaneler ve diğer binaların askeri amaçlı kullanmaması" yönünde uyararak tamamlayan Genel Sekreter adeta İsrail'in "sözde kendini savunma hakkını" vurgulamak için Tel Aviv'e gelmiş gibiydi. Hamas'ı üstü örtük şekilde kınayan Ban Ki-mun, bu açıklamayı kendisinin başında bulunduğu BM'nin Gazze'de hayatını kaybedenlerin yüzde 78'inin sivil olduğunu açıkladığı bir anda ve yine aynı kurumun 2014'ü Filistin halkıyla dayanışma yılı ilan ettiği bir dönemde yaptı.
Ortaya çıkan bu fotoğraf uluslararası toplumun devletler düzeyindeki sefaletini tasvir etmek için tek başına yeterlidir. II. Dünya Savaşı sonrası uluslararası düzeni yeniden tesis etmek ve reel güçler arasındaki ilişkileri konsolide etmek için kurulan BM ve bunun merkezinde inşa edilen uluslararası toplum, konu İsrail olunca adeta işlevsizleşmektedir.
Bunun da ötesinde İsrail'in mütecaviz saldırıları karşısında uluslararası toplumda İsrail'i caydırması beklenen aktörler arasında yazılı bir metne dayalı olmayan bir konsensüs söz konusudur.
Bu durum İsrail'in "kendini savunma hakkı" ekseninde tahkim edilen eşzamanlı hâkim söylemin de yerleşmesine hizmet etmektedir. Bu durumu açıklamak için iki temel parametreye odaklanmamız gerekiyor.
Bu parametrelerden ilki, içinde yaşadığımız küresel sistemdeki parçalanmadır. Krizlere cevap üretmesi gereken BM gibi örgütler krizlere zamanında müdahale etmek bir yana krizlerin derinleşmesini sağlayan bir mekanizmaya dönüşmüş durumda. Bunun kaynağı ise kuşkusuz ABD. Sadece ABD'nin İsrail'i kınamaya veya caydırmaya yönelik Güvenlik Konseyi kararlarına vetosu 50'den fazladır. Bu durum uluslararası toplumun merkezinde yer alan BM mekanizmasının da artık işlerliğini kaybettiğini göstermektedir. Nitekim Soğuk Savaş sonrası bütün krizlerde BM "geç kalmış bir örgüt" olarak ortaya çıkmıştır. Değer merkezli bir örgüt olarak kurulmuş olsa da BM, güç parametreleri üzerinden hareket eden bir örgüte dönüşmüş durumda. Bu nedenle Gazze'de İsrail'in saldırgan tavrı, BM'yi cari küresel parçalanmanın da merkezine yerleştirmektedir.
Bu sefaletin ikinci nedeni ise "küresel etiğin" giderek yok olmasıdır. Uluslararası toplum, üzerinde uzlaşma sağlanması gereken durumlarda bile insan ölümlerini sıradanlaştıran bir etik anlayışına sahiptir. Gazze'deki sivillerin hatta büyük oranda çocuk ölümlerinin bütün Batılı liderlerin açıklamalarında İsrail'in kendisini savunma hakkından hemen sonra gelmesinin sebebi "ölümün" Ortadoğu coğrafyasında bir istisna olmaktan çıktığı farklı bir küresel etik anlayışına kaynaklık etmesidir. Bu nedenle "ölümün istisnai olduğu" yerlerdeki hayat kayıpları uluslararası toplumun dikkatini daha fazla çekmektedir. Öyle ki Gazze'de hayatını kaybeden çocuklar dikkat çekici bir hikâyenin parçası bile olamamaktadırlar.
İsrail istisnacılığı ve muafiyeti
Küresel toplumun sefaletinden faydalanan ilk ülke ise bu durumda İsrail olmakta. Bu iki açıdan İsrail'in de işine yarıyor.
Birincisi, İsrail'in uluslararası hukuk çerçevesinde oluşmuş bütün normları askıya almasına yaramakta ve "kalıcı bir istisnai durum" oluşturması için sarsılmaz bir temel sağlamaktadır. Bu durum, İsrail'in politikalarına meşruiyet sağladığı gibi ona uluslararası sistem içinde Amerika tarzı bir konumlanma imkânı sağlamaktadır. Yani İsrail, içinde bulunduğu şartlardan dolayı olağanüstü bir politikayı her an devreye sokma yeteneğine sahip olan ve tam da bu yüzden küresel toplumun bütün normlarından kendini "muaf" tutabilen bir ülke. Böylesi bir zemin İsrail'e uluslararası toplumun bir parçası ama oradaki diğer tüm aktörlerden "ayrıksı" bir devlet olarak kendini konumlandırma imkânı sağlamaktadır. Burası felsefi bir tartışma yapmanın yeri değil ancak bunu Yahudi düşünce geleneği ve birikiminden ayrı bir şey olarak düşünmek neredeyse imkânsız.
İkinci ise İsrail, uluslararası toplum tarafından cezalandırılmayacağını bildiği için, açık bir şekilde kaba kuvvet kullanabiliyor. Nihai kertede Amerikalaşmış bir İsrail ve İsrailleşmiş bir ABD eşzamanlı bir şekilde aynı söylemin parçası olarak uluslararası toplumun merkezine yerleştirilmektedir. Bir bütün olarak bakıldığında ise bir tarafta Amerikan istisnacılığı ve muafiyeti diğer tarafta da bunun mütemmim cüzü İsrail, Gazze olarak yaşadığımız trajedinin başlangıç noktasına ve bu trajedinin kalıcı bir durum olarak süreklilik kazanmasına kaynaklık etmektedir.