Kürt sorunu yıllardır çözül(e)miyor ancak çözümden yana umutlar zaman zaman çok azalsa da hiç kaybolmuyor. Kürt sorunundan yana yeniden umutlandığımız günler yaşıyoruz. Tabii, bu dalgalanmalar, karşılıklı olarak sorunun aktörleri/tarafları arasında ve aktörlere/taraflara karşı toplumda ciddi bir güvensizliği de beraberinde getirdiğini belirtelim.
Oslo sürecinin kesintiye uğraması, tırmanan şiddet ve çatışmalar, siyasilerin kullandığı dil ve üslup ve özellikle Uludere sonrası takınılan tutum ve pozisyonlar; daha açık ve iyimser ifadeyle, algı ve süreç yönetimindeki başarısızlık, umutları tamamen tüketmişti. Böyle bir zamanda, hükümet çevrelerinin açıklamaları, CHP'nin yeni girişimleri, Leyla Zana'yla yapılan söyleşi vb. gelişmeler, umutları yeniden yeşertti. Bunca hayal ve umut kırıklığına rağmen, bu tür gelişmelerle hemen umutlanmak, çözüme duyulan ihtiyacı da gösteriyor. S
on liderler buluşması ve sonrasındaki tutum ve söylemler, insanların daha fazla umutlanmasına yol açtı. CHP, önerisinin amacını "siyasetin dilini uzlaşma ve demokratik çözüm temeline oturtmak ve bu meselenin siyasi partiler arasında polemik, yıpratma, üstünlük ve yenilgi konusu olmaktan çıkarmak" olarak açıkladı ve bu sorunun sadece hükümetin işi olarak görülmemesi gerektiğini vurguladı. Buna karşılık Başbakan Erdoğan da, MHP ve BDP'nin de ikna edilerek sürece katılmalarının sağlanması gereğine işaret etti ama hemen devamla da, dünya deneyimlerinden örneklerle, MHP katılmasa da iktidar ve ana muhalefet olarak birlikte çalışma karşı önerisinde bulundu. Ancak bu noktada hemen vurgulanması gereken bir husus var: Diğer partileri de masaya oturtmak, sadece CHP'nin işi değildir. Hatta bu konuda iktidara daha büyük sorumluluk düşmektedir. Nitekim dünya örneklerine baktığımızda da, tüm tarafları, parti liderlerini masaya oturmayı, iktidarların, başbakanların daha çok dert edindiğini ve onların sağladığını hemen görürüz.
Leyla Zana söyleşisi
Leyla Zana'nın "Ben onun bu işi çözeceğine inanıyorum. Buna dair umudumu da, inancımı da asla yitirmedim. Yitirmek de istemiyorum. Şimdi hepimizin yapması gereken, hepimizin, Başbakanın sorunu çözmesinde yanında olduğumuzu ona hissettirmemiz, onu teşvik etmemizdir" sözleri, geniş yankı uyandırdı. Zana'nın bu umutlarının altında, Başbakan Erdoğan'ın, Kürt halkının haklarının verilmesine dair inanç ve iradeye sahip olduğu düşüncesi yatmaktadır. Bu düşünceyi besleyen en önemli iki unsur ise, Başbakanın inançları ve inançlı kesimin hak mağduriyetiyle dolu uzun geçmişi... Kendi adıma itiraf edeyim ki, sadece bu sözleri bile bir Müslüman olarak beni kişisel sorumluluklarım bakımından yeterince korkuttu. O yüzden de, şunu söyleme gereği duyuyorum: Sayın Başbakan! Leyla Zana'nın umutlarının kırılmasına, beklentilerinin boşa çıkmasına izin vermeyiniz! Evet; Zana'nın özel olarak hükümete, BDP'ye, PKK'ya ve medya üzerinden de aslında hepimize verdiği mesajlar üzerinde iyi düşünmek gerekiyor.
Kürtçe seçmeli ders
Kürtlere, anadillerinin seçmeli ders olarak öğretilmesi, elbette kabul edilebilir bir şey değil ancak daha yakın zamanda, Kürtçe seçmeli ders almak isteyen ve bunu da dilekçeyle okullarına bildiren binlerce üniversite öğrencisinin TMK kapsamında yargılanıp cezalandırıldıklarını da hatırlıyoruz. Dolayısıyla, çocuğun eğitiminde ana dilini kullanmasının bir hak olarak tüm yurttaşlarımıza sağlanması hedefini ve perspektifini korumak, bunu gerçekleştirmeye dönük çabaları sürdürmek koşuluyla, Kürtçe seçmeli dersin, köklü bir dönüm noktası olduğunu, olacağını da kabul etmek gerekir. Hatta bu uygulamayı, ana dilde eğitim için bir geçiş süreci olarak düşünmeliyiz.
Çözüm süreçlerine hazırlık
Kabul edelim ki, bizde savaş kültürü epey gelişkin ama barış ve çözüm diline, kültürüne, süreçlerine, stratejilerine ve mekanizmalarına hâlâ çok yabancıyız. Yapılanları takdir etmek, takdir edilmemesine rağmen yapmaya devam etmek, uzlaşı ve birlikte çalışma mesajlarını savaşçı bir dil ve üslupla vermemek, galiba bu alanda ilk öğrenip uygulamamız gerekenler.