Geçen hafta bu köşede Emek Sineması tartışmalarından bahsettik ve Boğaziçi kıyılarını kirleten Üsküdar'daki SSK leşhanesini hatırlattık... O betonarme mezbelelik derhal yıkılmalı ve yerini Boğaziçi'nin tarihi yalılarının dokusuna uygun ama aynı ölçüde işlevsel ve canlı olacak inci gibi bir yapı almalı... Bu iş Emre Arolat ve Han Tümertekin gibi birinci sınıf nitelikte mimarlarımızdan birine verilmeli... O mezbelelik halen Çalışma Bakanlığına ait... Hükümet ve İBB bu konuda İstanbulseverler tarafından zorlanmalıdır...
Öte yandan İstanbul'a sahip çıkma ve İstanbul'u güzelleştirme hassasiyetinin son dönemde yükselmesi hoşuma gidiyor... Fakat bu hassasiyet çağa uygun ve rasyonel bir felsefeyle hayata geçmeli. O zaman bu hassasiyet işlevsel olur ve İstanbul'un kepaze yapılardan kurtulmasına, eski güzel yapıların da yeniden canlandırılmasına vesile olur... İstanbul'un restore edilecek, yeniden hayat öpücüğü verilecek çok sayıda güzel mekanı var... Bunların çoğunun kamuoyu farkında bile değil... Emek Sineması için bağıranlar hiç farkında değil...
Kadim İstanbul hayatının merkezi Tarihi Yarımada'dan yani Suriçi'nden başlayalım... Denize doğru inen, ağaçlar ve bahçelerle çevrilmiş bir köşkler yarımadası olan Suriçi'nin yeniden bu özelliklerinin canlandırılması tüm İstanbul sevdalılarının arzusu... Yakın zamana kadar bu bölge tamamen kaderine terkedilmiş ve çürümeye yüz tutmuş haldeydi. Şu anki durum belli ölçüde toparlanmıştır ama halen eksik çok...
BİR İSTANBUL AŞIĞI
Hem bu bölgedeki hem de İstanbul'un farklı yerlerindeki birçok tarihi yapıyı leşhane olmak üzereyken kurtaran ve hayat öpücüğü veren kişi de büyük kültür adamı rahmetli Çelik Gülersoy'dur... Bugün hâlâ insanların içine girdiğinde kendini başka bir dünyada hissetmesini sağlayan Soğukçeşme Sokağı ve Yeşil Ev'i İstanbul'a kazandıran Gülersoy'dur. Dahası Kariye Müzesi ve çevresini, Çamlıca Tepesi'ni, Emirgan Korusu'nu, Yıldız ve Fenerbahçe parklarındaki klasik yapıları da yeniden var eden adamdır Gülersoy... Bir yapıyı kuru kuruya restore edip sonra yeniden çürümeye bırakmak hastalığını yenebilen bir öncüdür... Bir mekan işlemeden ve çalışmadan korunamaz... Koruma ve güzelleştimenin sürdürülebilir olmasının temeli sürekli kendini finanse edebilen bir yapıyı yaratabilmektir... İşte Gülersoy bunu başardığı için İstanbul'un tarihine geçmiştir...
İstanbul sevdalıları da bu felsefeyle hareket etmezse daha birçok tarihi yapı kendiliğinden yok olur, yerine de rezil binalar gelir...
Örnek vermek gerekirse Suriçi'nde Kapalıçarşı ile Mısır Çarşısı`nın arka sokaklarındaki hanlar feci bakımsız ve çürümeye terkedilmiş durumda... Şu an gereken restorasyon ve hayata kazandırma hamlesi yapılmazsa bu güzel hanları da kaybedeceğiz... Eğer siz de İstanbul sevdalısıysanız size bir tavsiyem var...
RESTORASYON ŞART
Kapalıçarşı'nın Mahmutpaşa Kapısı'ndan aşağı doğru Tarakçılar Caddesi'ne gelince sola dönün. O yolun sonunda 'Büyük Valide Han'ı göreceksiniz... 4. Murad'ın annesi Kösem Sultan tarafından 1651'de yaptırılmış çok güzel bir han burası. Hanın ortasında bir Şii Camii var... Üç avlusu da harap, bakımsız ve berbat... Oysa bu leşhanenin üst katına çıktığınızda göreceğiniz manzara muhteşem... Boğaziçi'yi, Haliç'i ve kadim İstanbul'u seyreyleyebileceğiniz bir yer; yandaki Bizans Eirene Kulesi'ni de görebiliyorsunuz... Yani Gülersoy'un 'kendini finanse edebilen restorasyon ve işletme' felsefesiyle burası yeniden harika bir yer olabilir... Büyük Valide Han gibi tarihi bir mekan işletme olarak İstanbul'un aktif ve dinamik hayatına kazandırılabilir...
"Tarihe sermaye bulaşmasın," gibi saçma ve salakça sözlerle İstanbul'un tüm tarihini ve kültürünü yok edecek barbarlığa hizmet edersiniz... Geçmişte de bürokratik ve devletçi zihniyet hep böyle yaptı ve İstanbul'u çürüttü... Büyük Valide Han'ın Sağır Han denilen üçüncü avlusundaki Bizans Kilisesi de bugün tamamen çürümüş halde... Böyle bir rasyonel restorasyon modeliyle o kilise de aslına uygun şekilde yeniden yapılır ve 1000 yıllık tarih ayaklanır...