Bir sabah bir kahvede otururken dostum Mehmet Güntekin'le karşılaştım.
Mehmet Güntekin'i nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum. Herhalde en iyi, ve yüksek tanım, klasik müziğimizin hamisi olabilir.
Onunla yüz yüze gelmeden önceki gece, Doğan Dikmen'in bir efsane olan Dârü'l-
Elhân Külliyâtı'nı meydana getiren 259 eseri seslendirdiğini öğrenmiştim.
Güntekin'i görünce konuyu açtım. Tahmin etmeliydim:
Proje onun yönetmenliğinde gerçekleştirilmişti. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve Türk Musikisi Vakfı muavenet etmiş.
Birkaç gün sonra külliyatı, diğer başka yayınlarla birlikte, bana iletmek alicenaplığını gösterdi. Günlerdir bu dünyanın içinde dönüp duruyorum, yaşıyorum.
Söyleyecek söz bulamıyorum. Dikmen, daha önce Münir Nurettin (Selçuk) Bey tarafından bazı eserleri taş plaklara kaydedilen bu külliyatı boydan boya icra etmişti. 199 sözlü eserin tamamını, nasıl notaya alınmışlarsa, hiçbir süslemeye ve zaman içinde parçaların uğradığı dönüşüme itibar etmeksizin sese getirmişti. Bunlar klasik müziğimizin temel eserleridir. En saltanatlı parçalardır.
İcraları başlı başına bir iştir. Güftelerinin bazıları Farsçadır. Özellikle Kar'lar Batı müziğindeki senfonilerin karşılığıdır. O kadar uzun ve hacimlidir.
Dikmen, yazdığı katalog yazısında belirttiği gibi, bunları didaktik bir tarzda okumuş. Vibratolara yüz vermemiş.
Dolayısıyla parçaların klasik formlarıyla bize nasıl intikal ettiğini kabul ediyorsak, o halleriyle karşımızda duruyorlar. Bu akıl almaz bir çabadır. Dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir girişim ve ürün tarihsel bir olaydır. 259 parça ilk defa bir arada seslendiriliyor. Bir anlamda klasik musikimiz ilk defa vücut buluyor, sese kavuşuyor. Dikmen'in sesine kemanda Kemal Caba, kanunda Bekir Reha Sağbaş, udda Ömer Şatıroğlu, viyolonselde Uğur Işık eşlik etmiş.
Dârü'l-Elhân koleksiyonu, 120'si eski yazı, 60'ı Latin harfleriyle olmak üzere 180 fasiküldür. Bu fasiküllerde sözünü ettiğimiz 199 sesli eser, notaları ve güfteleriyle birlikte mevcuttur. 60 saz eserinin de notaları yer alır.
Bunların bulunması belki bugün daha kolaydır.
Fakat elimizdeki altı CD'lik koleksiyon şimdi bu notalara elektronik ortamda ulaşılmasına imkan veriyor. Nota yazımında da klasik müziğimiz için standart kabul edilen Arel-Ezgi-Uzdilek sistemi kullanılmış.
Bu koleksiyon 1926'da başlatılan bir çabanın sonucunda oluşmuştur. Dede Efendi'nin gözde öğrencisi Zekai Dede'nin oğlu (Zekaizade) Ahmet (Irsoy) Efendi, Muallim İsmail Hakkı Bey, Rauf Yekta, Ali Rıfat Bey, Suphi Ezgi bu eserlerin notaya alınmasını sağlamıştır. Osmanlı müziği açık uçludur. Yazılı bir kültür değildir. Kuşaktan kuşağa meşk sistemiyle gelmiştir. Her parça bu yolda değişmiştir.
Dârü'l-Elhân koleksiyonu bir tür standartlaştırma gayretidir. Fakat bunların da eserlerin orijinal hali olup olmadığını bilemeyiz. Bunlar söz konusu musikinin tamamlandığı 20. yüzyıl başında, 19. yüzyıl zevk ve estetiğini yansıtan birikimin parçalarıdır.
BİR KÜLTÜR OLAYI
Böyle bir çabadan heyecan duymamak mümkün değil. Bu sadece Osmanlı müziği için kalıcı bir eserin meydana getirilmesi değil, bir kültür olayıdır. Çünkü Osmanlı musikisi tek başına bir varlık değildir. Bir kültür dünyasının öğelerindendir. Mimari, edebiyat ve diğer kültürel varlıklarla birlikte bütünü meydana getirir. Buna rağmen musikinin ayrı bir yere sahip olduğunu öne sürmek kabildir. Çünkü, müzik sanatlar içinde en soyut olanıdır. Yahya Kemal'in tespitiyle Osmanlı kültürünün 'resmi ve nesri' yoktur. Biz kendisini sesle ifade etmiş bir geçmişten geliyoruz. Bu bakımdan gene Yahya Kemal'in saptamasıyla, bizim şarkılarımız romanlarımızdır. Fakat şarkıdan daha fazlası da vardır. O 'fazla' dediğim bu külliyatı meydana getiren büyük birikimdir.
Burada iki noktaya değineyim.
Birincisi, bu geçmiş birikiminin herkes tarafından anlaşılmasını beklemek yanlıştır. Klasik kültür, dünyanın her yerinde özel eğitimle kavranabilir. Bu elitizm değildir. Bunu aşacak tek imkan, okullarda uygulanacak müfredatın toplumu bu alana yaklaştırmasıdır. Büyük eksiğimiz budur. Fakat, yapılması halinde, o dahi sınırlı kalacaktır. Bunu bilmek şarttır.
İkincisi, bu müzik tamamlanmış bir dünyaya işaret eder. Bu da ürküntü yaratmaması gereken bir saptamadır.
Dünyanın her yerinde dinsel bir müziğin dönüşümüyle oluşmuş klasik müzik kendini tamamlamıştır. Batı klasik müziğinde bazı denemeler bugün devam ediyor demek, bu gerçeği değiştirmez. O müzik de bugün sadece icra düzeyinde devam etmektedir. Bu mealde bizim problemimiz, henüz birikimimizin tam manasıyla ortada bulunmamasıdır. Asıl büyük kısıtlama ve hicran budur. Bu iş öncelikle devlete düşer. Çünkü öyle bir birkimi bugünkü izleyiciye sunacak, dar bir kesime hitap eden böyle bir işin altına girecek sermaye bizde henüz yok. Devletin günlük ve güncel işlerle değil, kültürel bu tür çalışmalarla meşgul olması gerekir.
İşte Doğan Dikmen'in, arkadaşlarının ve Mehmet Güntekin'in yaptığı budur.
İstanbul 2010 Ajansı başka hiçbir şey yapmayıp sadece bu hizmeti verseydi gene sonsuza kadar kabul görürdü. Bütün emek verenleri kutluyorum.