Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Basel'den Boğaz'a

Henüz dünya koleksiyonlarında, müzelerinde yer alan bir sanata sahip değiliz. Eleştirmeni, yayını olmayan, dünya galerilerinde ve müzelerinde sergilenmeyen bir sanat, yerli kalmaya mahkumdur

Geçen hafta, bu yılın fuarı da Basel'de açılıp kapandı. Çağdaş sanat piyasasının kalbi ve belkemiği burası. Artık dünyanın dört bir yanında (çağdaş) sanat fuarları yer alıyor. Fakat onların en etkileyicilerinden biri Basel'deki. Yüzlerce galeri, binlerce sanatçıyı sunuyor veya 'gösteriyor' bu etkinlikte. O sanatçıların önemli bir bölümü de kente gelince ortalık tam bir bayram yerine dönüyor.
Bizden katılan fazla galeri yok. Bununla birlikte sanatçılarımız, galeristlerimiz hatta müzecilerimiz ve doğal olarak bazı koleksiyonerlerimiz göze çarpıyor. Basınımızdan simalarla karşılaşmak da mümkün. Fakat basının Basel işini bildiğini, ona gereken ilgiyi gösterdiğini söylemek olanaksız. Muhabirleri falan gitse ve hakkında tek tük yazı çıksa da, Basel bizim sanat-kültür sayfalarında hak ettiği ilgiyi görmüyor. Oysa böyle mi olmalı?
Her şeyden önce çağdaş Türk sanatının dünyaya açılma evresindeyiz. Neredeyse gün geçmiyor ki, bir yabancı büyük müzayede şirketinin yeni sanata dönük bir etkinliğini duymayalım. Aynı şekilde zaman zaman çıkan yazılarla dış basının da bir ölçüde ilgisini bu dünyaya yönelttiğini görüyoruz. Bu gelişmede rol oynayan birkaç önemli unsur var.
Birincisi, sanat bugün sadece sanatçı ve galerici arasında yaşanan bir ilişki değil. Sergi düzenleyicileri, küratörler, benim Türkçeleştirmemle kayyumlar, çok öne çıktı. Her serginin kendisi artık başlı başına bir konsept.
Bütün dünyada sanat, kayyumların omuzlarında duruyor. Bazı yeni kurulan üniversitelerin getirdiği çağdaş sanat eğitimi anlayışıyla boy atan kayyumlarımız, dünyanın birçok bölgesinde çeşitli etkinliklere katılıyor. Bu coğrafyalar, kültürler arasında çok önemli bir etkileşim getiriyor ve Türkiye'deki sanatı hızla dışarıya açıyor. İkincisi İstanbul Bienali bu konuda çok önemli bir rol oynadı, hâlâ da o işlevini sürdürüyor. Bu alanın farklı konumlarında yer alan, dünyadaki en önemli isimler İstanbul'a geliyor. Bienal kayyumları yerli sanata bakıp, tanıyıp onu hem gösterip hem de farklı ülkelere taşıyor.

ÖNEMLİ İSİMLER İSTANBUL'A TAŞINIYOR
Bir başka husus, galeri dünyamızın gösterdiği değişim. İstanbul'daki galerilerin bazıları güncel yerli sanatı sergilemekle yetinmiyor. Dünyanın en önemli isimlerini yapıtlarıyla İstanbul'a taşıyorlar.
Bu son derecede önemli bir gelişme. O yapıtlar alıcı buluyor. Hem de büyük bir kolaylıkla.
Böylece sadece dünyanın nerede durduğunu öğrenmekle kalmıyoruz. İç piyasadaki fiyat politikasını ayarlamak bakımından da önemli bir araca erişiyoruz. Buna son olarak, gidecek çok yolu olmakla birlikte hızla açılan özel müzeleri eklemek gerekir. Henüz koleksiyonlarımız çok zayıf. Batı sanatını yansıtan bir tek koleksiyona sahip değiliz. (O ancak bazı özel koleksiyonlarda mevcut.) Ama bunu dengeleyecek biçimde özel müzeler çok önemli sergiler düzenliyor. Bu alandaki gelişmelerin getireceği büyük katkıyı inkar etmek gayrı kabil.
Tüm bu unsurlar yan yana gelince, bu kadar koleksiyonerin, galeristin, kayyumun neden Basel'de göze çarptığını insan kolaylıkla anlayabiliyor. Dünyaya açılan bir Türk sanatı kadar, karşımızda, dünyadan Türkiye'ye taşınacak bir sanat da var. Nitekim, Basel'in önemini burada aramak gerek. Basel bir sergi, bir bienal değil. Müze hiç değil. Basel, çağdaş sanat piyasasının özü. Sanata yatırım yapmak isteyen sermayenin başvuru odaklarından. Burada sermayenin el değiştirmesine, sanata yatırıma tanık oluyor insan.
İtiraf etmek gerekir ki, sanat dediğimiz zaman aklımıza gelen soyut ve aşkın kavramların ve anlayışların çok ötesinde bir alandan söz ediyoruz, Basel ve benzerlerinden söz açtığımızda. Ama sanatı hiçbir dönemde bu gerçekten soyutlamak olanağı yoktu. Kapitalizmin çağdaşlaşmasından beri hiç kalmadı. Saatchi&Saatchi bu konuda yepyeni bir ufuk açtı. Bir dönemde topladıkları, okuldan yeni mezun İngiliz gençlerinin elinden çıkmış yapıtları bekletip, piyasayı kızıştırıp, iki sonuca ulaştırdı. Hem böylece Yeni İngiliz Sanatı'nın doğumuna yol açtı hem de güncel sanatın klasikler kadar değer ürettiğini, haydi tabiriyle söyleyeyim, para ettiğini/getirdiğini kanıtladı. 2000'ler sonrasında dünya bu yörüngeye oturdu. Basel'in bugünkü anlamını bu muhakeme içinde değerlendirmek gerek.

SERMAYE SPEKÜLASYON YAPAR
Ama yanılmadan: Sermaye ve çağdaş kapitalizm dünyanın en tedirgin, en hassas aracıdır. Öyle saflıkla yönelmez bir şeye. Çağdaş sanata yöneliyorsa bu, onun profesyonelleşmesi anlamına gelir. Söz konusu oluşumu müzeler, kayyumlar, eleştirmenler ve bunlarla ilişkili mecralar/medyalar hazırlar. Sermaye spekülasyon yapar. Ama bu meçhulle oynamak ve kendini meçhulün riskine atmak değildir.
Oysa bizdeki çağdaş sanatın en önemli sorunu bu: Henüz dünya koleksiyonlarında, müzelerinde yer alan, önde gelen galerilerde sergilenen bir sanata sahip değiliz. İlginin olması, her şeyin bittiğini değil, henüz başlangıç noktasında olduğumuzu gösteriyor. Bu bakımdan galerilerde sergilenen güncel sanatın, taşıdığı fiyattan başlayarak diğer örgütleyici ve üretici araçları üstünde durmamız, düşünmemiz, onları işlevselleştirmemiz gerekiyor. Eleştirmeni, yayını olmayan, uluslararası galerilerde ve müzelerde sergilenmeyen bir sanat, yerli kalmaya mahkumdur. Büyük sermayeye bu kısıtların aşılmasında büyük görev düşmektedir.
Unutmayalım ki, dünyanın en büyük koleksiyonlarından birisi Deutsche Bank'ın elindedir. Entelektüel sermaye bugün en önemli değerler arasında. Bu tür destekler verilirse entelektüel ilgisini oluşturmuş Türk sanatı uluslararasılaşma bakımından da kendine başka bir pozisyonu kolaylıkla bulacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA