4 AĞUSTOS PAZAR
KİM SEVER, KİM SEVMEZ? KİM FERİBOTA BİNSİN, KİM NİYETLENMESİN?
Midilli muhabbeti yaptığımız yakın bir arkadaşım "Aman yazma n'olur!" dedi. "Gelmesinler, bozmasınlar. Bak öbür adalara benzetirler burayı da, gene olan bize olur!" Radikal'de yazıyorken bunu çok sık duyardım. Küçük, tatlı, pek ortaya düşmemiş bir yerse hele, "Aman," derdi eş dost, "Hiç bahsetme ki doluşmasınlar, burayı da berbat etmesinler. Bari burası bize kalsın." Halbuki bütün o yıllar gösterdi ki, hiç öyle korktuğun gibi olmuyor. Gelmesini istemediğin tipler, meraktan bir kere uğruyor, 'Gittim mi gittim' diye çentiğini atıyor ve fakat zaten oradan hoşlanmıyor, bir daha da adımını atmıyor. Assos'taki salaş ızgaracıda öyle oldu. Bodrum'da Japon mücveri de yenen, adeta ticari kaygısı yokmuş gibi davranan aile işletmesinde de. Bozburun'da araba yolu olmayan, sadece salla gidilen otele üç günlüğüne dokuz bavulla gelen kızlar, muhitini bulamayınca, ilk günün sonunda 'aniden hastaneye kaldırılan aile büyüğü' yalanına kadar düştü! Herkesin kafası, tatil anlayışı, beklentisi farklı... Birinin bayıldığından diğeri tiksinebiliyor. Ve her tatil yöresi, işletmesi, kitlesini buluyor sonuçta. Her tatilci de kendi 'en'ini... Vakit kaybını bertaraf etmek için açık açık söyleyelim. Midilli söz konusu olduğunda:
BUNLAR GİTMESİN: Esas derdi birilerini görmek ve onlara görünmek olanlar. Bu uğurda kazık yemekte sakınca görmeyenler. Tatile topuğunu, takısını, markasını da çıkaranlar. Çılgın eğlence, daimi sosyalleşme peşindekiler. Denizle ilişkisi zayıf havuzcular. Ahtapotun vantuzundan tırsanlar. Mutsuz olurlar.
BUNLAR GİTSİN: Yaz tatilinde önceliği, pırıl deniz ve lezzetli yemek olanlar. Rahatlığı, sadeliği, içtenliği önemseyenler. Abur cubur insan ilişkisinden zehirlenenler. Piyasaya, poza gelemeyenler. Her gün deniz mahsulü yese bıkmayanlar. Göz göre göre kazıklanmak istemeyenler. Mutlu olurlar.
5 AĞUSTOS PAZARTESİ
CEMRE GİBİ BİZİM DE PUSULAMIZ KUZEYİ GÖSTERİYOR: MOLIVOS
Bu, ikinci Midilli seferimiz. Geçen yaz ağustos sonunda ilkini yapmış, 'Yaz gelse de gene gelsek' hissiyatıyla ayrılmıştık. Bu defa beş kişiyiz. Sistem aynı: Ayvalık'tan feribotla (Turyol da Jale de düzgün; her gün sefer var) geçiliyor. Arabalı olaraktan. Midilli büyük bir ada; Yunanistan'ın üç numarası ebat olarak. Hakkını vererek gezmek için araba şart. Ya kendi aracınızla geçeceksiniz ya da oradan kiralayacaksınız. Feribot bir buçuk saat sürüyor. İşlemler atla deve değil; kalabalığa ve şansınıza göre değişiyor ne kadar vakit aldığı. Ayvalık pazarında çıldırıp bavullarını üçer beşer doldurmuş Yunanların dönüşüne denk gelmezseniz, 15 dakika diyelim. Feribottan indiğiniz yer, Midilli, yani Lesvos adasının başkenti Mytilene. Kordonboyu. Bizim İzmir'i andırıyor, favorimiz değil, biraz şehir tadında. Birkaç hoş kafe var ama kafe, dünyanın her yerinde var. Burada vakit kaybetmeye değmeyebilir. Mytilene, adanın güneydoğusunda. Biz ise Cemre'yiz; pusulamız Kuzey'i gösteriyor! Geçen yıl Petra'da, II. Dünya Savaşı'ndan beri çivi çakılmamış gibi duran bir yerde kalmıştık. Yine Petra'dayız. Bu defa salon salamanje odanın içinde mutfağı, iki de balkonu var, gecesi 40 avro (100 TL)! Petra'da kalmanın avantajı şu: Molivos'a çok yakın. Molivos'a yakın olmanın da avantajı şu: Akşam yemek yiyip yürüyüş yapabileceğiniz, eğer takvim uygunsa ayı çıkarıp güneşi batırıp romantizm yapabileceğiniz en tatlı yer Molivos. Ortaçağ mimarisi, cumbalı taş evleri, tepede geceleri ışıklandırılan kalesiyle, adanın göz bebeği. Geçen yılki yazıda uzun anlatmıştım, şimdi tekrara düşmeyelim. Mimari estetik üstüne, tarihi doku üstüne ders veren bir yer. Küçük limanda, günbatımında fantastik renklere bürünüp kartpostallaşan manzaraya nazır yemek yenecek şirin lokantalar dizili. Hepsinin Türkçe menüsü bulunuyor, 'Kurak fasulye' gibi sürprizler de gırla!
6 AĞUSTOS SALI
EN DOSTANE KOMŞULAR, EN ŞIMARTAN PLAJLAR
Molivos güzel ama denize girmelik yeri az. Petra'da normal şartlarda deniz kötü değil ama 'meltemi' denen rüzgâra denk gelirseniz, çok kabarıp köpürüp kumlanıp, kazık atabiliyor. Petra'nın, Molivos dönüşlerinin pratikliği dışındaki olayı şu; insanı kavrayan bir mahalle. Sabahları kahvaltı yaptığınız kahvede her müdavimin yeri belli, ikinci gidişte sizi de aileden sayıp selam veriyorlar. Ilion'un sahibi, eski sinemacı biraderlerden biri, geçtiğimiz aylarda eşini kaybetmiş; elinizi avucunun içine alıp anlatırken gözleri doluyor, kucaklaşıyorsunuz. En iyi lokanta Thalassa'da ahtapotun aşmış lezzetteki suyuna şamandıra yaparken, buranın sahibi Maria "Bu kolye yeni mi, yoktu geçen sene" diyebiliyor! Ama yaz tatili dediğiniz, iyi niyetle, içtenlikle geçmez; deniz lazım! Bazıları Sigri'ye düşkün nedense, bu en anlayamadığım şey, limandan niye denize giriyoruz? Ancak o sıcakta Petrified Forest, yani Taşlaşmış Orman'ı tavaf sonrası kuruyup da fosilleşmemek için olabilir! Bunu da önceki yazıda uzun uzun anlatmıştım, merak eden, internetten bakar ("Midilli, Türk olmuş", 2 Eylül 2012, Pazar SABAH). Sürahidekiyle kıyaslanacak kadar berrak ve girince bir saatten önce çıkamadığınız için buruşturan deniz için, aşağılara inmek lazım. Güneye. Favori üç plajım şöyle:
1. ERESSOS: Sonsuz bir kumsal ve içmelik bir su. Sıra sıra da lokantalar olsun ve hepsinin denizle bağı birkaç basamak olsun. İnsan öğlene doğru oturup, üç lokmada-beş yudumda bir gidip ıslansın. Saatler böyle geçsin. Sappho ağzının tadını bilirmiş; onun memleketi burası.
2. VATERA: Bu tatilin keşfi burası oldu. Kristal suda çoğu zaman sadece siz oluyorsunuz, öyle tenha. Şezlong sonrası yine üç basamakla sofraya geçtiğiniz aile işletmesinde yemeğin yanına acı sorduğunuzda, yaşlı teyze evine gidip kendileri için yaptığı acı biber kavanozunu getiriyor. Bütün bir gün geçirip, bin kere denize girip, mütemadiyen yiyip içip, beş kişi 100 avrodan fazla vermiyorsunuz!
3. ISIDOROS: Türlü çeşit uzo içinde, yüzdesine, anason oranına göre herkesin 'en'i farklılık gösterebilir ama imaj olarak bizim en ünlü markalardan birine tekabül eden marka Varvagianni/Barbayanni. Adanın güneyinde, Plomari'de bunların fabrika ve müzesi var, enteresan bir yer, İstanbul'da 1858'de imal edilen ilk damıtma kazanıyla modern damıtma tesisi yan yana. Plomari, uzonun merkezi muamelesi görüyor. Ama uzo içmiyorsanız da arabayla hemen üç dakika mesafedeki Agios Isidoros plajının suyuyla sarhoş olabilirsiniz.
7 AĞUSTOS ÇARŞAMBA
DENİZ MAHSULLERİNİ GEÇTİK MUSAKKA BİLE SINIF ATLIYOR!
Deniz mahsullerini uçuruyorlar. Perde niyetine her yana asıp kuruttukları ahtapotları ızgara ediyor ya da şarapta, sirkede getiriyorlar ki of! Sardalyede iddialılar, çok iyilerine denk geldik. Fümelerde keza. Kalamar dolmalar bizde böyle yapılsa, millet yaprak sarmayı unutur. Saganaki olayı, menemenle arası iyi olan herkese hitap eder. Karidesi, midyeyi, sahanda bol feta peyniri ve domatesle harmanlıyorlar, evde kolayca denenir. Feta yani beyaz peynir kullanımında doz aşımı dikkat çekiyor genel olarak, Greek Salad'ların kase başına mübalağasız yarım kalıp düşüyor! Bizde tek tip dolmalaştırılan, o da çoklukla lapalaştırılan kabak çiçeğinin de içine feta koyup kızartıyorlar; sonuç pek leziz bir mücverimsi. Sınıf atlattıkları bir mütevazı yemek de musakka. Bizde burun bükülen musakka, burada bambaşka bir formatta: Lazanya gibi düşünün. Kat kat patlıcan, kıyma, patates (ve bazen kabak), üstüne kalın bir kat beşamel sos, peynir rendesi ve üstü kızarsın diye atın fırına... Midilli'de, İstanbul-Bodrum-Çeşme şeytan üçgeniyle kıyasladığınızda üçte biri geçmeyen hesaplar karşılığında, hakikaten lezzetli yemek yeniyor. Tatlı hariç!
8 AĞUSTOS PERŞEMBE
BAKLAVANIN YUNAN OLMADIĞI O KADAR BELLİ Kİ...
Memlekette Şeker Bayramı. Ve Midilli'de neredeyse kesme şekere muhtaçsınız; tatlı konusunda öylesine zayıflar. Dünyanın en manasız baklavasını yapıyorlar. Kat kat değil, hışır değil, çıtır değil, tıkız, yoğun... Bademli, üstüne de tek bir karanfil saplanmış. Baklavada hak iddia etmek için deli olmaları lazım. "Doğu Akdeniz'e ve Orta Avrupa'ya özgü baklava ve strudel gibi kat kat açılan hamur işlerine bugün hem Yunanlar hem de Türkler sahip çıkıyor," diyor Charles Perry, baklavanın köklerini sondajladığı makalesinde. "Yunan savını desteklemek için gösterilen kanıt 2. yüzyılda Naukratis'li Athenaios'un Deipnosophistai'de (Gastronomlar) sözünü ettiği gastris adlı kat kat yapılan bir tatlı; ama metin incelendiğinde gastris'in hiç de hamur işi olmadığı görülüyor. Bunun tersine Türk savı, göçebe Türklerin ta 11. yüzyıldan bu yana çok katlı hamur işleri yaptığını gösteren kanıtlar ortaya koyuyor. Baklavanın fırında pişirilen ilk çok katlı hamur işi olduğu, ama hamuru kâğıt gibi ince açma işinin, Osmanlıların İstanbul'u aldığı yüzyılın hemen sonrasında Topkapı Sarayı'nın mutfağında geliştirilmiş olabileceği ileri sürülüyor." (Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Editörler: Sami Zubaida & Richard Tapper, Tarih Vakfı Yurt Yayınları)
9 AĞUSTOS CUMA
NEDEN LOKMACI AÇACAĞIMIZIN AÇIKLAMASIDIR
Kavun-karpuzun kesmediği anlar var. Pasta, kurabiye, dondurma değil; deniz mahsullerinin üstüne insan daha tatmin edici bir tatlı istiyor. Lakin yok. Yoğurt üstü bal getiriyorlar; seveniyle sevmeyeni kavgaya tutuşur. Krem karamel, su muhallebisine kayıyor. Lokma konusunda var bir çaba ama ohooo, Cunda'da reklamını 'Hülya Avşar'ın lokmacısı' diye yapan Lokmacı Dede'nin yanında lafı mı olur... Girit'te de yemiştik, Yunan lokması bizimki gibi küçük ve çıtır değil. Çok daha iri ve hamur. Üstüne muhtelif soslar döküyorlar: Bal ve cevizli, çikolatalı, tahinli... Yenmiyor değil ama bizimkinin nefasetinin yanında esamisi okunmaz. Çok kesin konuşuyorum: Bizim lokmayı Midilli'ye taşıyan, kazanır. Molivos'ta bir küçük dükkan, lokmacıyı da diktiniz mi, önünde gece gündüz kuyruk uzanır... Varsa benimle lokma işine girecek bir yatırımcı, haydi!