Geçen hafta, güney kıyılarında bir koyda, demirlemiş nefis bir gemi gördük. Geceydi, ışıklarını yakmıştı, ve oturduğumuz bahçeden bakıldığında manzaramızın güzelliğini ikiye katlıyordu. "Ay ne hoş" deyip geçmek üzereydik ki, arkadaşlardan birisi o geminin Savarona olduğunu söyledi.
O resmi algılayış biçimimiz, hissimiz, seyir zevkimiz, hatta manzara, o cümleyle değişti! Geminin pek güzel ve ışıklandırılmış olması kadar, belki de daha çok, "Savarona olması" etkilemişti bizi.
Yale Üniversitesi psikoloji profesörlerinden Paul Bloom, 'zevk' kavramının beş duyuyla algılanandan daha fazla, daha derinde olduğunu söylüyor.
Bloom'a göre en ilkelinden en sofistike zevklere kadar, zevk alınan şeyin tarihi, geçmişi, oluşturulma safhasının hikayesi, ait olduğu yer, alınan zevki azaltıp çoğaltabiliyor.
Bizim Savarona'nın Savarona olduğunu öğrendiğimiz andan itibaren gözümüzü manzaradan alamamış olmamız gibi!
Bir araştırmada denekleri beyin tarayıcılara sokup, gözlerinin önünde şişesini gördükleri şarabı pipetle içmelerini istemişler. İkram edilen bütün şaraplar aynı şişeden olmasına rağmen, pahalı, eski şişeler gösterilen deneklerin beyinlerindeki zevk ve ödül merkezi çılgınca yanarken, ucuz, taze şarap şişeleri gören denekler hiç etkilenmemiş!
Diyelim güzel bir et yemeğinin ortasındasınız. Etin özel yetiştirilip organik kokulu otlarla beslenmiş bir Trakya süt danası olduğu söylendiğinde ne hissedersiniz? Peki domuz eti olduğunu öğrenseniz zevkiniz azalır mı? Ya köpek eti derlerse?!
ÇOK SANATKAR ÇOCUK
Bloom'a göre, ünlülerin kullanılmış eşyalarının rağbet görmesi de tam bu yüzden. Kennedy'nin golf takımının, birkaç yıl önce Amerikan başkanının kafasına atılan ayakkabıların açık artırmalarda rekor fiyatlara satılması, bu objelerin golf veya yürüyüş konusundaki üstün özelliklerinden değil elbette!
Ünlü kemancı Joshua Bell, geçtiğimiz yıllarda ilginç bir deneyin baş kahramanı oldu, hatırlarsınız. Günümüzün en önemli klasik müzisyenlerinden sayılan ve konser biletleri 500 dolara kadar çıkan Bell, bir gün milyon dolarlık kemanını alıp Washington'daki bir metro istasyonuna gitti ve keman kutusunu önüne koyarak, müziğini icra ederek para kazanmayı denedi. Ne oldu? Hiç! Ne izdiham, ne kuyruk, hatta ne "Aman Allahım, çok sanatkar çocuk, durup dinlemeliyiz," diyen 10-15 kişi! Gelen geçen, herhangi bir sokak müzisyeni gibi üç-beş kuruş attı, yürüdü gitti! Görünüşe bakılırsa Joshua Bell'in müziği, ancak Joshua Bell'in müziği olduğu bilinirse bir işe yarıyordu!!!
Şahsen bir Woody Allen hayranı olarak, ustanın bütün filmlerini seyrederim.
Aralarında hayranı olduğum dört-beş eser vardır, ama onun olmasa, burun kıvırıp yarısında bırakacağım bazı filmleri bile sadece yazarı ve yönetmeni Woody Allen diye sonuna kadar zevkle ve pür dikkat seyrettiğim olmuştur!
Havalı restoranların mönülerinde bazen benden daha zengin özgeçmişleri olan yemekler görüyorum: Bir hafta bekletilip dinlendirildikten sonra, bilmemne bölgesinin otu ve cartcurt üzümünden yapılmış şarapla marine edilip, odun ateşinde 24 saatte pişmiş, falanca köyün mantarlarının eşlik ettiği, kendi suyu, bal ve balzamik çektirilerek sosu hazırlanmış kuzu sırtı filan gibi! Sonuçta kuzu sırtı, ama şimdi anlaşılıyor niye bu kadar hikaye anlatıldığı!
KİMSE İTİBAR ETMİYOR
Leonardo Da Vinci'nin Son Yemek tablosu, yıllardır, şu an bulunduğum Milano'da sergileniyor. Bu muhteşem resmin artık pek bir muhteşemliğinin kalmadığı, çatlaklar ve renklerin solması sebebiyle detayların zor seçilmeye başlandığı söyleniyor. Öte yandan tablonun binlerce kopyası, gıcır gıcır posterleri, internet üzerinden dev ekranlarda yayınlanan yüksek çözünürlükte pırıl görüntüleri var...
Ama kimse itibar etmiyor!
Ben dahil, yılda 320 bin turist, önceden bilet rezervasyonu yaptırarak, kuyruklarda bekleyerek Son Yemek'in orijinalini görmeye gidiyor! Salona 25'erlik gruplar halinde alınıyorlar, 15 dakika bakıp çıkıyorlar! Köşeden gıcır gıcır, tüm detaylarını görebileceğiniz bir kopyasını almak veya bilgisayarda görüntüsünü ekran koruyucu filan yapmak varken...
Çünkü Leonardo'nun elinin değdiği, fırçasının izlerinin bulunduğu, 15. yüzyıldan bugüne kadar yaşamış resim, o solmuş, çatlamış olan!
Bu ilginç teoriyi yüzyıllardır bilen ve kullanan bir grup tanıyorum. Kapalıçarşı esnafı! "Bu halıyı dokuyan çocuk kör oldu" klişesinden "Elimde görmüş olduğunuz antika yüzük saraydan çıkmadır"a kadar birçok pazarlama cümlesi, satılan malların geçmişini, yaratılış hikayesini konu eder!
Siz bu yazıyı okuduğunuzda ben seyahatten dönmüş, yeni diziyi yazmaya başlamış olacağım. Ve o dizinin yazarı, bir önceki işinde göz nuru dökmekten göz kuruluğu hastası oldu, dikkatinizi çekerim!