Yazarınız Ayşe Özyılmazel Tempur yataktan bildiriyor... "Ya saçmalama Ayşe, çek yat, su yatağı, yer yatağı, ergonomik yatak duyduk da Tempur da nesi?" demeyin, dinleyin. Ayıptır söylemesi İzmir- Alaçatı'dayım. Mart kapıdan baktırır, Ayşe kurtlanırmış. Hem malumunuz 'Ayşe Hayatın İçinde' yok öyle serilme, gezmek boynumuzun borcu. Neyse iki güncük kaçsak derken, heykeli dikilesi Hıncalım "Majesty Süzer'e gidin, Tempur yatakta yatıp, termal havuza girin" buyurdu. Ay Hıncalım'ın geçen sene öve öve bitiremediği, döne döne yattığı yatak mı bu Tempur... Perşembe gecesi Eskihisar-Topçular vapuru üstü vın turizm İzmir. Hava pırıl pırıl, içim kımıl kımıl. Alaçatı'ya ilk gelişim. Otel personelinde bir karşılama, bir izzet ikram görülecek manzara. Oda no 337'den girdik ki, salon salomanje... Ana! Ne göreyim odada pirinç tabela üzerinde not: "Sayın Hıncal Uluç Çeşme'yi ziyaret ettiğinde otelimizde bu odada kalmaktadır". Vay vay vay... Hıncal Uluç olmak bu herhal. Uykucunun aklı yatakta kalırmış. Kendimi sokaklara atmam imkansız. Tempur yatağı denemezsem çatlarım. Ne menem bir şey bu Tempur? Açıklıyorum; görüntü sıradan... Örtüyü kaldır; hala sıradan.. Popoyu yatağa değdir; Brad Pitt gelse dönüp bakmam şerefsizim. Böyle hamur kıvamında, yatınca gömülüyorsun. Hatta bizzat görgüsüzüm ya denedim. Sırt üstü yatıp aniden kalktın mı poponun izi çıkıyor. Hem de koskoca NASA onaylıymış bilmiyorum yani... Devril yat. Bir saatlik uyku on sekiz saate bedel. Müsaadenizle Tempur yatağıma bir şarkı yollamak istiyorum "Sensiz saadet neymiş tatmadım bilemem kii..." Neysem... Dışarısı 20 derece. Ah benim şıpıdık terliklerim, üçgen bikinilerim, mavi boncuklu halhalım, beyaz Bodrum peştamalım ah. Kavuşmamıza iki ay kaldı! Arabayla Çeşme turu, üstüne Dalyan'daki Körfez'de dil balığı-rakı... Dönüşte de otelde fokur fokur termal havuz çakınca saat dokuzda tuş oldum tabii. Cumartesi ilk hedefimiz Alaçatı pazarı. Çocukluğumdan beri bayılırım pazarlara. Alaçatı pazarı da bir alemmiş meğer. Yazları antikacılar dolarmış da bu sefer sebzeciler, doncular, gecelikçiler vardı. Ya şu 'bişey osman' mı neydi otun adı? Hah, Şevketi bostan! Kapıp götürsek İstanbul'a zeytinyağı limonlu soslarız valla... Sevgilim "Olmaz gidene kadar mahvolur" çekti. Ama çok şey bilen hoca Erman Toroğlu "Sebzeleri gazete kağıdına sararsanız bozulmaz" demişti ya neyse... 'Kuzu ıspanak', 'Bahar geldi, çilek geldi', 'Bal gibi saf Finike portakalı', 'Süper lüks söşlük domates'... Hayatımda ilk kez domates görmüş gibi aval aval domateslere sebzelerin üstündeki yazılara bakınıyorum... Yaka bağır açık bir abi elinde kafes içinde horoz "Ne horoz beslemişim be hey yavrum hey" diye hava basıyor. Yaşlı amcanın teki kulağımın dibinde "Domatların kilosu iki buçuk ikii" diye bir bağır! Zıpladım tabii... Pazar turu bitti. Tam köşede bembeyaz Köşe Kafe. Öyle güzel ki. Bir Kapalı Çarşı'daki Fes Kafe, bir bura. Duvarlar beyaz taş, masalar beyaz ahşap. Minik limon ağacı, turuncu Amerikan servisleriyle nefis bir yer. Sahibi Tomris Maravent bizim Nişantaşı'ndaki Ev Plus'ın ortaklarındanmış. Her şeyi bırakıp buraya yerleşmiş. Yolunuz düşerse sakın kaçırmayın. Keyiften dört köşe olmak garanti. Ohh... Güneşten yanaklarım pembiş, göbeğim tıkınmaktan şişmiş Tempur yatağımdayım. Bugünlük bağlantımız bu kadar. Yazımı bitirmeden iki sözüm var: 1. Hıncalım Turizm'e teşekkürler... 2. Bekle beni Alaçatı yeniden geleceğim... Yani inşallah... Amin...