Hadi hayırlı olsun! Vücuda takma, selülitlerle savaşma, bir kibrit kutusu peynire razı olma dönemine girmiş bulunuyoruz. Eh kolay değil, hani önümüz yaz; askılı bluzlar, miniler, bikiniler giyinilecek... Deniz Akkaya, Cindy Crawford ya da Britney Spears ayarına ulaşamasak da "Çabaladık da olmadı" demek ister insan. Kimi narkozla bayılır yağlarını aldırır, kimi inceltici makinelere dadanır, kimi sahilde tempolu yürüyüşlere sarar, kimi diyete başlar. Ama bu dönemden en çok spor salonları karlı çıkar. Eee kışın yediğimiz dolmalar yazın popomuzu tırmalar yani... Mart itibariyle spor salonları tavan yapar. Kadıköy kadınları yaldızlı eşofmanlarını, Nişantaşlılar Prada spor çantalarını kapar, haftada üç-dört sporunu yapar. Hedef kesinlikle sağlık değil, ince görünmektir... Aslında spor salonu maceram ta ortaokul yıllarıma dayanır. Bir gün aniden mahalleye spor salonu açılmıştı. Bir tahtanın üzerine inip çıktığınız 'Step' tabir edilen ders pek modaydı. Herkes kafada bant, altta tayt, üstte mayo tepişirken şırıl şırıl terlemekteydi. Ben de meraklıyım ya dadanıverdim. Velhasıl grup derslerinin düşman olduğunu çok geçmeden fark ettim. Step, aerobik, dans... Hangi grup dersi olursa olsun mutlaka işi sizden iyi kıvıran birileri mevcuttur. Artı onların vücutları taş, kılıkları reklamdan çıkmadır. Sanki doğuştan step yapıyorlardır. Ancak siz ısınma turundan sonra mutlaka sarpa sararsınız. Onlar sağ bacaktayken siz solda, onlar öne basarken, siz geriye basıyor olursunuz. Hele yer hareketlerinde, müfettiş gibi dolanan sıfır yağ spor hocası "Şu göbek erisin hadi bir iki" demez mi... Spor eşittir karizma dağılması... Zamanla en öndeki yeriniz en arkaya, oradan soyunma odasına, oradan da karşıdaki pastaneye kayar. Diyelim grup dersi değil de, aletli çalışmak istediniz. Ben başarılarınızın devamını dilerim valla. Eğer gittiğiniz spor salonu küçükse koşu bandı ve bisiklet başta olmak üzere tüm aletlerde sıra beklersiniz. Gündüz giderseniz az sonra evinde mantı açacak pembe eşofmanlı ev kadınlarıyla... Akşam üstü giderseniz buram buram ter kokan, sizi süzen adamlarla tepişmek zorunda kalırsınız. Ha eğer gittiğiniz salon sosyetikse tümden yandınız. Geçen gün bir arkadaşımı ziyarete Etiler Hillside'a gittim. Allah sizi inandırsın herkes kas yığını, süper atletik. Squash oynayanlar, kum torbasını yumruklayanlar, kan revan içinde koşanlar, yogacılar... Hepsi birer Jane Fonda, Arnold Schwarzenegger maşallah... Yanımdaki hoca ne yapsa beğenirsiniz. Taş gibi bir kıza "Sen de çok kilo aldın hııı" çekti. Valla ya. O çok kilo aldıysa müsait bir yerde ölelim yani. Sonuçta hangi salona gidersen git, yabancılık çekeceksin. Çünkü geçicisin, bir dönemlik öğrencisin. Sonra buraları kız tavlamak için kullananlar da vardır. Bir köşede ağırlığı indirir kaldırırken sizi keser, pişmiş kelle gibi sırıtırlar... Çıkışta da hamburgerciye çağırırlar. Ama en kötüsü salona yeni başladığınızda hoşlandığınız çocukla burun buruna gelmektir. Siz al yanaklarınızla dil dışarıda koşmaya çalışırken, yirmiden fazla mekik çekemezken o izlemektedir (kabus). Evvelsi gün de Metrocity'deyim. Naçizane tavsiyem alt kata inerken aman dikkat! Merdivenlerin sonunda eşofmanlı birini gördünüz mü kaçın! Yeni spor kompleksi açılıyormuş. Yakalayan sizi tura çıkartıyor. Tenis kortları, saunası, aletli salonları, dersleri filan iyi hoş da benim bu kafayla spora başlamam zor. Ya kaptırıp suyunu çıkartıyorum ya üç günde cayıyorum. Etiler Hillside'ın yakışıklı ve adaleli spor hocası Serhat Sıdal'ın dediği gibi spor sağlıktır. Üç ay gittim, dokuz ay yattım olmaz. Bunu banyo yapmak gibi bir alışkanlığa dönüştürmedikçe, uzmanıyla çalışmadıkça kalıcı sonuçlar alamayız. Hem paramızı, hem canımızı sokağa atarız. Hani bahar üstü benden söylemesi... De nerdeee...