Bendeki genetik bir durum olabilir. Annem de böyledir. Ne zamanki evimizde kalabalık, yemekli bir davet var, annemin sinirleri bir hafta öncesinden keman yayı gibi gerilmeye başlardı! Çocukken bile o dönemde, özellikle misafirin geleceği akşam, sözgelimi sofra kurulurken, fırındaki yemeklerin son durumu kontrol edilirken, annem makyaj yaparken, etrafta dolaşıp parazit yapmamaya özen gösterirdim! Herhangi bir lüzumsuz soru veya annemin makyajını-Çerkes tavuğununu kırmızı biberli zeytinyağından süsünü- vesaireyi bozmam durumunda, azar ihtimali yüzde ellilere çıkardı çünkü! Annem misafir konusunda mükemmelliyetçiydi. Yüzbin çeşit, hepsi evde pişmiş iddialı ve orijinal yemekler pişecek. Kimse evinde karides güveç yapmıyorsa, ilk o yapacak, kağıtta pastırmayı ilk o başaracak, o zamanlar moda olan Rus salatası hazır alınmayacak... Sofra çeşit çeşit, her yemeğe ayrı çatal bıçak takımları, kristal bardaklar, çiçek miçekle kurulacak. Evde bütün aksesuvarlar gıcır gıcır ve simetrik olacak, her yer parfüm kokacak ve annem, sanki bütün bunları başka biri hazırlamış, kendisi ilk defa görüyormuşçasına, bakım ve şıklıktan patlayacak! Üstelik bu kadar hazırlığa rağmen, misafirden bir saat önce giyinip, hazır ve nazır, oturup beklerlerdi salonda. En delirdiğim de buydu! Ayol birşey iç, ufaktan atıştır, ne bileyim. Cumhurbaşkanı mı geliyor? Bu ne resmiyet? Çerezliklerdeki şamfıstık-fındık dengesi bozulmasın diye mi, annemin kırmızı ruju çıkmasın diye mi ne, öyle kalıp gibi otururlardı! Misafir gerçekten çok iyi vakit geçirip gittikten sonra, ertesi gün, annemin migreni başlardı! Büyük gerginliklerin sonunda, vücudun rahatladığı, sinirlerin gevşediği dönemlerde olurmuş böyle! Düşünün artık. Üstelik her hafta da birileri gelirdi bize! Hayır bu bahsettiğim aile, hala aynıdır. Tek fark, annemin yıllar önce akupunktur tedavisiyle migrenden kurtulmuş olması, o kadar! Bende de benzer bir titizlik başgösterdi evlendikten sonra. Oysa bekarken, annemler ne zaman tatile gitse, her genç gibi, arkadaşları bir saat içinde eve toplayıp, zaman zaman 90 kişiyi bulan 'ani partiler' organize ederdik. Tek başıma yaşadığım öğrenci evlerimde de gelen gidenin haddi hesabı yoktu. Amerika'daki 25 metrekarelik stüdyo dairemde, 30 kişi ağırladığımı bilirim. Hem de Türk yemeği temalı! Üstelik sıfır stresle. Fakat ne zaman ki evlilik, daha ağır misafirler başladı; yani iş 'parti'den çıkıp 'davet'e döndü, ben annem oldum! Hayır, ev kadını da değilim ki, onun gibi sabahtan hazırlanmaya başlayayım. Beşte eve gidersem ne ala. O zaman da kalabalık yemek davetlerinde, zamanında dört dergiyi aynı anda çevirip, köşe yazısı yazıp, gag'da ukalalık edip, iki de pantolon diken ben, bir organizasyon felaketi haline geliyorum! Yemekli misafirin değişmez kuralları:
- Muhakkak son anda sofrayla ilgili bir problem çıkar. (Aman Allahım örtüde leke var veya şarap bardaklarının biri kırıldı veya "Eee, bizim çorba kasemiz altı tane?")
- Muhakkak bir misafir evde olmayan birşey ister! (Vişne suyu, ketçap, cin-tonik...)
- Muhakkak teknik bir aksaklık çıkar, çünkü burası Türkiye'dir. (Fırın bozulur, elektrik kesilir, müzik sistemi çöker, aspiratör durur...)
- Muhakkak zamanlamayla ilgili bir problem yaşanır. (Çerezler erken biter, şişman bir erkek misafir "Yahu acıktık" der ancak siz bir saat sonra yemeğe oturmayı planlamışsınızdır! Veya zayıf bir hanım "Ay daha acıkmadık şekerim, sohbet tatlı" der ve rosto fırında kurur!)
- Muhakkak bütün misafirler bekleyip bekleyip aynı anda damlarlar ve siz kimin çiçeğini vazoya koyayım, kimin paltosunu asayım, kime içki vereyim derken, üstünkörü 'hoşgeldinler' yaparsınız ya da koşturmaktan tıknefes olursunuz. Hanımlar, kendinizi bana daha yakın hissetmiyor musunuz?! Beni takip edin. Yarın ev sahibesinin sorumluluk ve zorunlulukları konusunu inceleyeceğiz beraber!