Sabah dokuzbuçuk. Uykumun en tatlı anlarındayım. Yazmaya kaptırıp dörtte yatmışım. Saati onikiye kurmuşum ki, sekiz saat uyuyup güne öyle başlayacağım. Zira gece onda da Hırsız Var filminin çekimleri olacak, sabaha kadar. Bedenin de beynin programına uyduğu ender günlerden. Tatlı tatlı rüya görüyorum. Deniz, iskele, bir şeylere gülüyoruz. Derken Avrupa Yakası'nın müziği çalmaya başlıyor, diriri diririiii. Beynin bu dışarıdan gelen gürültüleri, uyanmamak için, hemen rüyanın konusuna uydurma çabasına çok gülerim oldum olası. Sabah sabah evin kapısı çalar, sen rüyanda kırlık bir yerde otururken, meğer o kırlık yerin bahçe kapısı varmış da, o kapı da zilliymiş, o çalıyormuş olur! O sabah yine aynı şey oldu. İskelede gülüşürken, 'meğer birinin elinde portatif televizyon varmış da, gündüz kuşağında Avrupa Yakası yayınlıyorlarmış' diye yazdı hemen beyin. Fakat müzik durup durup çalıyor. Beyin pes etti sonunda, uyandım. Çalan tabii ki, Avrupa Yakası'nın melodisine ayarladığım cep telefonum. Beni sabah dokuzbuçukta kimse aramaz. Arkadaşlarım bilirler. O saatlerde arandığımda ya ters konuşurum ya da konuşup kapatır, sonra ne konuştuğumu unuturum. Kaç kere randevu vermişim insanlara, farkında değilim. İş telefonu da olamaz. Onlar da beni anladı artık. Zaten birlikte çalıştığım kimse o saatte uyanık olamaz! Geceyarısı arasalar tamam, ama sabah, yoo! Koştura koştura gidip açtım: - Merhaba, Gülse Birsel? - Evet? - Gülse Hanım'la mı görüşüyorum? - Evet, ikisi aynı kişi zaten! - Gülse Hanım? - Eveeet? Bu noktada karşımdaki kadın azıcık bozuldu ama çaktırmadı. Ne diyecek ki? "Sesinizden travesti sandım da, onun için üç kere kontrol ettim"! Ben ne diyeceğim cevap olarak? "O zaman aramadan önce bir saatine baksaydın kardeşim." Her neyse... Hemen otomatiğe bağlayıp konuşmaya başladı: - Ben bilmemkim bilmemkim, falan feşmekan sigortadan arıyorum, hayat sigortamızla ilgili bilgi ver... - İlgilenmiyorum! - Efendim? - İlgilenmiyorum, teşekkür ederim. - İlgilenmiyorsunuz... Ama o zaman size özel birtakım şartlardan bahs... - İlgilenmiyorum, beni bir daha aramayın. Bu arada, cep telefonumu nereden buldunuz? - Kayıtlarımızda var! "Allah o numarayı size verenin de, onu kayıtlara geçenin deee" demiyorum tabii. - Lütfen kayıtlarınızdan çıkarır mısınız? Bu numara özel konuşmalar için. - (bozuk) Peki, tamam, iyi günler. Hayır o niye bozuluyor anlamadım! Cep telefonumu elde etmişsin, sabahın köründe arayıp rahatsız ediyorsun, sonra bir de afra tafra. Hayır, bu da sizin işiniz, saygı duyarım, tamam da... Bu hafta arayan üçüncü hayat sigortası şirketi be kardeşim! Ne oluyor ki? Gözüm toprağa mı bakıyor? Bir ayağım çukurda gibi bir halim mi var? Spor yapmıyor olabilirim ama şimdilik turp gibiyim! Bir de o "Kayıtlarımızda var" hikayesi... FBI'mısınız, nesiniz? Kayıtlarında varmış! "Gülse Hanım, dün öğlende Nişantaşı'nda bir kafede salata yediğiniz esnada, masanın üzerindeki kolonyalı mendillerden üç tanesini gizlice çantanıza attığınız görüldü. İnkar etmeyin, kayıtlarımızda var!" Hayat sigortası kavramı bana uzak bir kere. Sigorta nedir? Başına bir iş gelir, zarara uğrarsın, sigorta maddi kaybını karşılar. Hastalanırsın, tedavi parasını alırsın, evini su basar, tadilat parasını alırsın, değil mi? Ölünce bana ne gibi bir servis vermeyi taahhüt ediyorlar? Buzlu limonata, klima falan mı tedarik edecekler ben cayır cayır yanarken. (Hayır ters davranıyorum ya arayan sigortacı arkadaşlara, onların beddualarıyla cehenneme gideceğimi farz ediyoruz!) Olay şu: Ben öldükten sonra, geride kalanlar para alsın diye sigortaya çatır çatır taksit ödeyeceğim. Yok ya? Ölen ölür, kalan sağlar çalışsın kazansın kardeşim! Hayat sigortası pazarlayan arkadaşlar, bir kez daha söylüyorum: Sakın beni aramayın! "Hayat sigortası öyle değil de böyle" diye eposta da göndermeyin, okumam. İl-gi-len-mi-yo-rum!