Ali Poyrazoğlu'nun 'Tak Tak Takıntı' adlı yeni oyununu konuşuyor herkes. Kimi görsem, bilet ya da davetiye peşinde. Çünkü bugünden yarına yer bulmak imkansız. Her oyunda 800 kişilik salon doluyormuş. Sevindirici tabii. Ama insan merak da ediyor; Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu bunu nasıl başarıyor diye! Malum, tiyatro yapıp da durumdan (Seyircisizlikten-parasızlıktan) şikayetçi olmayan yok gibi... Oysa Ali, tiyatrodan para da kazanılabileceğini gösteriyor. Ben de sordum tabii "Nasıl beceriyorsunuz?" diye... "Bütün sanatçılar içlerindeki işadamını keşfetmek, bütün işadamları da içlerindeki sanatçıyı, yaratıcıyı çıkarmak durumunda. O zaman yapılan bütün işler ilgi görür, heyecan uyandırır, kitlelere ulaşılır" dedi ve hayal gücünün önemini anlattı. Aslında onun da anlattığı şey, olaylara başka açılardan bakabilme yeteneği. Ve biraz da kendi dışımıza çıkabilme cesareti. Bunu başarabilen hayatın üstüne üstüne gidebiliyor, başaramayan ise hayatın altında eziliyor. Gelelim oyuna; 'Tak Tak Takıntı'ya... Oyun, bizi ele geçiren alışkanlıklarımız ve çatlaklıklarımız (!) üzerine bir güldürü... Hem çok gülüyorsunuz hem de farkında olmadan kendinizi kendinizle ilgili gerçeklerin peşine takılmış buluyorsunuz. Yani kendinizle, kendi korkularınızla, takıntılarınızla yüzleşiyorsunuz. (Hangimiz de bir çatlaklık yok ki?) Ben en çok Ali Poyrazoğlu'nun canlandırdığı Madam Arşaluz'u sevdim. Onu izlerken insan hayatına dair her şeyin çok şaşırtıcı olabileceğini, bunun için de insanı çok iyi tanımak gerektiğini bir kez daha anladım... Bülent Kayabaş, Özdemir Çiftçioğlu, Şebnem Özinal, Eser Ali, Berrak Kuş'un 'takık' halleri de inanın hiçbirimizin hayatına yabancı değil. İzleyin derim.