Günlerdir aynı şeyleri yazıyoruz ama ne yapalım ki, herkes bunları konuşuyor. Başkalarının hayatları birilerinin hayatı olmuş, herkes en çok bunlarla ilgileniyor. Gazetelerde, televizyonlarda, internet sitelerinde yer alan haberler içinde en çok izlenen haberler bu haberler. Tuhaf bir durum... Bir taraftan "Bize ne başkalarının hayatlarından..." eleştirileri yükselirken; öte yandan "Daha fazla ne var? Daha fazla, daha fazla!" çığlıkları yükseliyor. Medya da bu çığlıkları bastırmak için, 'daha fazla'nın peşinde koşuyor, koştukça da yoruluyor. Şu fotoğrafa bir bakar mısınız? Önde Pınar Altuğ, ardında bir kameraman ordusu. Olağanüstü bir durum var zannediyorsunuz. Yoldan geçenler de olağanüstü bir durum var zannedip trafiği tıkamışlar zaten. Oysa olağanüstü hiçbir durum yok. Pınar Altuğ bir düğünden çıkmış, evine dönüyor. Ve konuşmuyor, sorulan hiçbir soruya yanıt vermiyor. Bugünlerde yaşadıkları olağanüstü olabilir ama bu durumda olağanüstü hiçbir şey yok. Pınar'ın bir adım önündeki kapı, Bebek'teki evinin kapısı. İçeri girecek yani. Kendi özeline, kendi dünyasına... Kapıyı açık bıraksa, yukarı da çıkacak sanki kameralar... Hatırlarsanız benzer bir görüntü Reha Muhtar'ın evinin kapısının önünde de yaşanmıştı. O da "İsterseniz içeri de buyrun, birlikte çay içelim" demişti sinirle... Ne kadar haklıydı... Bir yerde durmak gerek diye düşünüyorum. Ben bu gazetenin magazin müdürüyüm. Bu düşüncelerim eleştirilecek, "O muhabirleri haber peşinde koşturan sizler değil misiniz?" diyenler de olacaktır biliyorum. Ama iğneyi de, çuvaldızı da kendimize batırmamız gereken anlar olduğunu biliyorum. Şimdi de çuvaldızı kendimize batırıyorum...