Allah kimselere özgürlüğü çok görmesin... FOX'un yeni dizisi Görüş Günü Kadınları'nı izlerken, içimden hep böyle dua ettim.
Peki acı çeken sadece içeridekiler mi?
Onların yolunu gözleyen dışarıdaki eşler, analar, babalar, çocuklar, sevgililer çok mu özgür?
Dizi, madalyonun bu diğer yüzünü anlatıyor. İçerideki kader mahkumlarının dışarıdaki yakınlarının nasıl ister istemez 'kader birliği' yaptığına işaret ediyor.
Her şeyden önce dizinin senaristi Özgür Evren Heptürk'ü yürekten kutluyorum. Belli ki bu tecrübeyi kıyısından köşesinden olsa da yaşamış. Yoksa görüş günlerinin o ağır travmasını bu kadar ayrıntılı ve etkileyici şekilde anlatmaya imkan yok. Zira bu resim sadece empati ile çizilebilecek gibi değil.
GERÇEĞİN TA KENDİSİ
Bundan iki ay önce bir yakınımı ziyaret etmek için hayatımda ilk kez cezaevindeki açık görüş gününe gittim.
Her ne kadar cezaevi koşulları eskisi gibi değilse de infaz memurları o eski filmlerde anlatılan canavarları yalanlayan yardımsever ve güler yüzlü personelden oluşuyorsa da, yaşadıklarım 'içi seni, dışı beni yakar' cinsindendi... Bekleme salonunda mahkum ve tutuklu yakınlarının yüzlerinden hikayelerini çözmeye çalıştım. Havadaki dram ve kasvet, neredeyse bıçakla kesilecek kadar yoğundu. Eminim her birinin hikayesinden birer dizi çıkardı.
Ya o küçücük çocuklara söylenen bembeyaz yalanlar? "Baban burada çok gizli bir görevle bulunuyor. Sakın, kimselere söyleme, olur mu yavrum? Bu bizim en büyük sırrımız olsun..."
Eşi mahpusta olan kadınlara musallat olan mahallenin erkek müsveddeleri, her görüş günü içerideki sevgiliye neşeli görünmek için üstlenilen zor roller, 'Acaba gerçekten masum mu?' sorusunun beyinleri acıtan nal çivisi... Ve yıllarca içerideki oğlunu görmeyi göze alamayan, her görüş günü cezaevinin kapısına kadar gelip oradan geri dönen pişman ya da öfkeli anneler...
Bunların hiçbiri 'senaryo' değil, hepsi etrafımızda yaşanan gerçekler. Dizi eğer tutarsa -ki ben izleyici tarafından kabul görmesini tüm kalbimle arzuluyorum- bu 'saf gerçekliği' yüzünden tutacak. Çünkü cezaevlerinin dolup taştığı bu coğrafyada, her mahallenin en az bir kader kurbanına ve onların ailelerine ev sahipliği yaptığına inanıyorum. Yani mesele, o kadar orta yerde duruyor ki; görmemeye, görüp de ilgilenmemeye imkan yok.
ŞENAY GÜRLER PIRILTISI
Diziler, filmler bugüne kadar hep 'içerideki' dramı anlatıyordu. Oysa acının kökleri, cezaevi duvarlarının altından ilerleyip 'dışarıya' uzanıyor. İlk kez 'dışarıdaki tutsakların' dramını gözler önüne serme yürekliliği gösteren yapımcı NTC Medya, sadece bunun için bile takdiri hak ediyor.
Oyunculuklara gelince... "Bu da olmamış" dediğim hiç kimse yoktu. Sinan Tuzcu, 'Adanalı Komiser' rolüyle hepten kabuğunu kırmış. Yıldız Çağrı Atiksoy 'acıların kadını' rollerinin marka ismi olmaya aday. Nesrin Cavadzade zaten bu köşenin övgü şampiyonlarından. Ama bir Şenay Gürler var ki; teksti sanki okumuyor da damarlarına zerk ediyor! Her dizide farklı, her dizide bir öncekinden daha inandırıcı.
Helal olsun...