Dün her sabah olduğu gibi Balmumcu'daki Sabah Gazetesi'ne gitmek üzere Gayrettepe'de bulunan evimden çıktım.
Çıkmaz olaydım...
Önce dilimde ve boğazımda tarifsiz bir yanma, sonra oluk oluk gözyaşı ve nefes alma güçlüğü... Eve çıkıp elimi yüzümü yıkadım, derin derin soluk aldım. Sonra nefes almak için yüzeye çıkan balina gibi; tekrar biber gazı okyanusuna daldım.
Yol üzerindeki manavlarda limon yok satıyordu. Herkes yanan gözlerine sürmek üzere limonlara hücum etmişti. Limon bulamayan; portakala, greyfurta saldırıyordu. Hatta son çare olarak paraya kıyıp gözüne avokado süren bile gördüm...
Binbir güçlükle gazeteye vardığımda herkes öksürüp tıksırıyordu. Şu anda bile bu yazıyı gözyaşı ve nefes darlığı arasında yazıyorum. (Hayatımın en hicranlı ve hıçkırıklı yazısının 1 Mayıs yazısı olacağını nereden bilebilirdim?)
Otobüsler iptal, köprü kanatları havada, yollar kesik... Üstüne üstlük copun, taşın, gazın bini bir para...
Peki en büyük çileyi çeken kim?
1 Mayıs İşçi Bayramı'nda benim gibi işine gücüne gitmeye çalışan sıradan insanlar, emekçiler... Bu 1 Mayıs'ta olayları televizyondan değil, gazetenin penceresinden izledim. Ve anladım ki, İstanbul'da yaşayan her ölümlü biber gazını tadacak!
Önerim şu: TBMM'nin bir oturumunda salona havalandırmadan biber gazı verilsin... Bakın bir daha vatandaşa biber gazı sıkılması için kimse emir veriyor mu...