Acun'la birlikte herkes şaşırdı, üzüldü, fena oldu... Haftalardır Türkiye'nin hayranlıkla izlediği matematik dehası yavrular öylece ortada bırakılmıştı. Öğrenim gördükleri eğitim kurumu, yarı final öncesi bizim akıllı bıdıkları kaderine terk edip iyot gibi ortada bırakıvermişti. Başlarında öğretmenleri olmadığı gibi, gösteri sırasında yararlandıkları bilgisayar programını da esirgemişlerdi onlardan...
Minikler sahneye boynu bükük çıktılar. Başlarında öğretmen yerine, kız öğrencinin babası vardı. Adam bu 'terk edilişin' hikayesini utana sıkıla, yarım yamalak anlatabildi. Belli ki, çocukların kendilerini kötü hissetmelerini istemiyor, bu boşluğu 'kendince' doldurmaya gayret ediyordu.
Minikler yine şahane gösterilerini yaptılar. İki adet iki basamaklı sayıyı kafadan anında çarpıp doğru sonucu verdiler. Sadece yarım saniye gösterilen dört haneli iki sayıyı şıp diye toplayıverdiler.
'Beyin abaküsü' olarak tanıtılan tekniği büyük bir başarıyla uygulayıp Türkiye'yi kendilerine bir kez daha hayran bıraktılar. Ve o dakikada Acun yerinde bir karar verdi.
Minikleri kutlayıp onların 'gönüllerin şampiyonu' olduğunu ilan ederek, puanlamaya gerek görmeden kulise gönderdi.
Çocukların kafalarının daha fazla karışmasına, kendilerine ve çevrelerine duydukları güvenin daha fazla sarsılmasına izin vermedi. Eminim, söz konusu eğitim kurumunun kendisini savunacak gerekçeleri vardır. Ama hiçbir gerekçenin, o minikleri orada boynu bükük bırakmaya mazeret oluşturmayacağını düşünüyorum. Olay, eğitim ve öğretimin bu coğrafyada nasıl 'ticarileştiğini' gösteren bir ibret vesikası niteliğindeydi.
Dershaneleri kapatmak, devlet okullarından 'okul aile birliğine bağış' adı altında alınan haraçları yasaklamak; işin sadece 'polisiye' boyutu.
Galiba işe, eğitim ve öğretimin öncelikle 'kutsal' bir iş olduğunu anlatmakla başlamamız gerekiyor. Hatta, reklam ve pazarlamanın temel amaç edinilmemesi, öğrencinin ve velinin ise 'müşteri' gibi görülmemesi gerektiğini anlatan bir metni, okullarda Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nin yanına mı asıversek acaba?