Hem de nasıl... 1850'li yıllarda Galata Köprüsü'nden geçen cahil pamuk tüccarının, üç kağıt açan gözbağcılar tarafından aldatıldığı gibi...
Bu köşede ünlü ABD'li bisikletçi Lance Armstrong için yazdığım methiye yazılarının sayısını unuttum.
Dile kolay, dünyanın en zorlu yarışlarından Fransa Bisiklet Turu'nu tam yedi kez kazanacaksın. Üstelik bunların büyük bölümünü bir yandan da testis kanseri ile boğuşarak elde edeceksin. Yarı yaşındaki bisikletçilerin tırmanış etaplarında dili dışarı sarkarken, sen 'vın' diye yanlarından geçecek, kanserle savaşın uluslararası kahramanı haline geleceksin.
Ve yıllar sonra bir televizyon şovunda "Evet, son birinciliklerimi doping yaparak kazandım" diyeceksin.
Hiç kimsenin, 'dürüstçe itiraf'tan filan söz etmeye hakkı yok.
Zira Armstrong'un doping yaptığı, yetkili tıbbi kuruluşlar tarafından belgelenmişti zaten.
İtiraftan
başka şansı kalmamıştı yani...
Spor muhabirliğimin en çömez yıllarında takip ettiğim branş olarak bisiklete ayrı bir ilgi duyarım. Bu nedenle Lance Armstrong benim de kahramanımdı. İnsanın kahramanının bir yalancı, bir düzenbaz olduğunu öğrenmesi ne kadar da kahredici...
Gönül verdiğin takımın adı şike tartışmalarına konu ediliyor. Alkış tuttuğun 16 yaşındaki Çinli yüzücünün doğmadan önce genleriyle oynandığını öğreniyorsun.
Olimpiyat şampiyonu kadın güllecinin, erkek hormonu kullandığı için elinden madalyası alınıyor. Ve nihayet 'kahramanın', rüyalarına elinde doping şırıngasıyla giriyor...
Armstrong'un sırtındaki 'sarı mayo' meğer uzak durulması gereken bir 'karantina' işaretiymiş. Hızla pedal basıp uzaklaşmak istiyorum buralardan...