Bu sütunlarda "Lütfen dayanın" diye yazmıştım. Dayanamadılar... Önce Neşet Ertaş'ı, sonra Erol Günaydın'ı yitirdik...
Dün sabah tüm "Günaydın"lar boğazıma takıldı, kimseye diyemedim... Erol Günaydın neşesinin, bilgeliğinin, pozitifliğinin olmadığı bir günün neresi aydın olabilirdi ki?
Haberi sevgili Sunay Akın'dan aldım. Elim bir türlü telefona gitmedi, kızlarını arayamadım. Haberi öncelikle 'kendime' alıştıra alıştıra vereyim diye olmalı...
Ertesi sabah Savaş Ay'ın yazısını 'görmezden' geldim. Kızı Gülfem'in Sabah'ın internet sitesinde yayınlanan sözlerini de 'duymazdan' geldim. "Babam taksi şoförlüğü yapmayı bile düşünmüştü" demiş. İşte o zaman anladım Erol Günaydın'ın öldüğünü, insanlığın öldüğünü, öldüğümüzü...
Allah'ım ne sağır, ne kör bir dünya yarattık kendimize? Göğün 39 kilometre üzerinden dünyaya atlayan adamı 'anında' izleyip de, yanı başımızda yaşanan dramdan habersiz olmak, ne büyük bir ceza?
Erol Ağabey, taksi şoförü olmak istermiş. Kötü değil elbette taksi şoförü olmak. Binlerce kilometreyi alın terine dönüştürüp helal para kazanmak, bunu yaparken itin, kopuğun ağız kokusuna dayanmak mesleklerin en meşakkatlisi... Ama taksi şoförü olmak istermiş Erol Ağabey... Yokluktan...
Ben şimdi Çiçek Taksi'yi bir daha nasıl seyredeyim?