CAN Dündar yine yaptı yapacağını... Zaten ondan başkası da zor yapardı. Deniz Gezmiş'in dava arkadaşlarıyla birlikte idam edilişinin 40'ıncı yıl dönümünde hazırladığı belgeselle bir kez daha tarihe önemli bir not düştü. Dahası; unutkanlığımızı, aymazlığımızı, tepkisizliğimizi bir kez daha yüzümüze vuruverdi...
BİZE ÖYLE DENMEDİ
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildiğinde ilkokula gidiyordum.
Ne olup bittiğini pek anlayamamıştım.
Gazetelerin ve koca koca devlet adamları ile omzu kalabalık askerlerin söylediğine göre onlar eşkıya idi...
Banka soymuşlar, Amerikalıları kaçırmışlar ve sonra da bir yerlerde kıstırılıp yakalandıktan sonra yargılanarak 'hak ettikleri'(!) idam cezasına çarptırılmışlardı. Onların isimlerini anmak bile vatan hainliği ile eşdeğerdi... 'Cız'dı... 'Kaka'ydı... Böyle öğretilmişti bize...
Üniversiteye başladıktan sonra öğrenebilmiştim gerçek öykülerini... Emperyalizme karşı duran, Amerikan sömürgeciliğine isyan eden, ülkeye sosyal adalet getirmek için ölümü bile göze almış devrimcilerdi onlar. Ve hepsinden önemlisi, bizim gibi gençtiler... Delikanlıydılar...
Can Dündar'ın cumartesi gecesi CNN Türk ekranlarında yayınlanan Delikanlım, İyi Bak Yıldızlara belgeselini soluksuz izledim.
Dündar her zaman yaptığı gibi yine 'insanı' en öne koymuştu. Deniz Gezmiş'i; ağabeyi, dava arkadaşları, yani ona en yakın duran insanların ağzından dinledim ilk kez. İsyankardı, kavgacıydı, inatçıydı. Zaten öyle olmasaydı, bugün nasıl belgesellere konu olabilirdi ki? Sonra romantikti... Şiir sever ve pek güzel okurdu. (Hep söylediğim gibi, şiir yazandan kimseye zarar gelmez.
Bu nedenle her devrimci çokça romantiktir.) Ve espriliymiş Deniz, komik adammış vesselam...
Bir gün küçücük bir beyaz atın üzerine 1.90'lık cüssesiyle binmiş.
Ufacık at, ağırlıktan bel vermiş.
Deniz'in uzun bacakları, yere kadar uzanıyormuş.
Kız yurdunun önüne gelip arkadaşına bağırmış: "Topla bohçanı, seni kaçıracağım bu gece..." Beyaz Atlı Prens görse şüphesiz ne kadar utanırdı!
İşte Can Dündar, bu öykülerden süzdüğü 'insan hikayeleri'ni anlattı, sahte bir fırtınada boyunları kırılan genç fidanların... 40 yıl sonra...
Zaten bizde yüzleşmeler biraz geç yaşanır.
Darbelerle 30 sene sonra yüzleşiriz mesela...
Hesap sormak, "Aslında ne olmuştu?" diye sorgulamak için takvim yapraklarının epeyce bir solmasına ihtiyaç duyarız. Neyse ki Can Dündar gibi çağdaş Herodot'lar var da, olan biteni gönül tabletlerimize kazıyabiliyoruz...